29.10.2024

MÂVERÂÜNNEHİR’İN KANDİLİ, BASKİLAR KARŞİSİNDA TEVHİDİ DURUŞUYLA İMAM BUHÂRÎ ÜZERİNE PSİKOSOSYOTARİH (PST) BİR DEĞERLENDİRME

 

Prof. Dr. Cuma KARAN,

Gazıantep Islam Scıence And Technology Unıversıty, 

Faculty of Islamic Sciences (Turkey)

 

Özet

İslâm ilim ve kültür merkezlerinden biri olan “Mâverâünnehir” bölgesi birçok alanda İslâm dünyasını aydınlatacak çok sayıda âlim yetiştirmiştir. Burası özellikle hadis alanında adeta ana merkez olmuştur. İmam Buhârî de bu bölgede yetişen âlimlerin başında gelmektedir. Bir âlimin yetişmesi, fikir ve düşünce dünyasının şekillenmesinde elbette çevrenin koşullarından bağımsız değildir. İmam Buhârî, başta Mu’tezile olmak üzere, Cehmiyye, Havâric ve Şîa gibi farkı inanç ve düşünce ekollerinin egemen olduğu bir zamanda, bu karşı fikirlere rağmen “ehl-i sünnet inancının” adeta temelini atarak bu uğurda tevhidi duruşundan asla taviz vermemiştir. Hatta kendi meslektaşları olan muhaddislerin mihne ve baskılarına boyun eğmemiştir. Buhârî bundan dolayı adeta şehirden şehire hicreti tercih ederek artan baskılardan dolayı memleketine dönerken yolda vefat etmiştir. O zaman değeri tam anlaşılmamış olsa da ümmete hediye olarak bıraktığı Kur’an’dan sonra ikinci sırada kabul edilen “Sahih”i ile daha sonra bütün ilim meclislerinde varlığını sürdürmüştür. Onun yaşadığı ortam, Psikososyotarih açısında onun yetişmesinde ve duruşunda etkili olmuştur. Bu çalışmamız İmam Buhârî’yî Psikososyotarih açısından ele almayı amaçlamaktadır.

Anahtar Kelimeler: İslâm Tarihi, İmam Buhârî, Mâverâünnehir, Psikososyotarih, Mihne.

Abstract

The "Transoxiana" region where one of the Islamic science and culture's center, has trained a large number of scholars who will enlighten the Islamic world in many fields. It has become the main center especially in the field of hadith. Imam Bukhari is also one of the leading scholars who have grown up in this region. Of course, the upbringing of a scholar is not independent of the conditions of the environment in shaping the ideas and thought world of a growing scholar. Imam Bukhari, At a time when different beliefs and schools of thought such as Jahmiyya, Havâric and Shia especially Mu'tazila were dominant, never compromised on his monotheistic stance by laying the foundation of the "İslâmic sunnah belief" despite these opposing ideas. In fact, he did not even submit to the tortures and pressures of his own colleagues the hadith scholars. For this aim, he preferred to migrate from city to city and died on the way when back to her hometown due to increasing pressures Although its value was not fully understood at that time, it continued to exist in all later scientific assemblies with its "Sahih", which was accepted as second source place after the Quran, which he left as a gift to the İslâmic ummah.The environment in which he lived has been impact on his upbringing and posture in terms of psychosociohistory. This study aims to handle the Imam Bukhari from the point of view of Psychosociohistory.

 

Key words: İslâmic History, İmam Bukhari, Psychosociohistory, Mihna

Светильник Трансоксианы, психосоциально-историческая (PST) оценка имама Бухари с его единобожной позицией перед лицом репрессий

Резюме

Являясь одним из центров исламской науки и культуры, регион “Трансоксиана” подготовил большое количество ученых, которые во многих областях просветили весь исламский мир. Это был главный центр, особенно вобласти хадисоведения. Имам Бухари – один из ведущих ученых, выросших в этом регионе. Конечно, достижение ученого не является независимым от условий окружающей среды, формирующих идеи и мыслительный мир ученого. Вто время, когда доминировали различные верования и секты, такие как мутазилиты, джехмийа, хавариджи и шииты, имам Бухари никогда не шел на компромисс в своей монотеистической позиции, закладывая основу «веры сунны», несмотря на эти противоположные идеи. Фактически, он даже не поддался давлению своих коллег, знатоков хадисов. С этой целью он предпочел мигрировать из города в город и умер на обратном пути в родной город из-за возрастающего давления. Хотя его ценность в то время не была до конца осознана, он продолжал существовать во всех более поздних научных собраниях со своим «Сахихом», который был принят как второй после Корана, который он оставил в дар умме. Окружающая среда, в которой он жил, повлияла на его воспитание и позицию с точки зрения психосоциоистории. Целью данного исследования является обсуждение Имама Бухари с точки зрения психосоциоистории.

Ключевые слова: история ислама, имам Бухари, Трансоксиана, психосоциоистория, Михне.

Giriş

İslâm ilim ve kültür tarihinde değerli zamanlar ve bunları bünyesinde barındıran doğurgan ve paha biçilmez coğrafyalar vardır. Tirmiz, Buhârâ, Semerkand, Merv gibi tarih boyunca İslâm coğrafyasına ışık saçan bu değerli merkezler, yetiştirdiği âlimlerle İslâm medeniyeti açısında kıyamete kadar değerinden söz ettireceklerdir. Bize düşen her zaman bu değerli şahıs ve merkezleri yeni nesillerimize aktarmaktır. İslâm, Arap yarımadasında doğmuş ise de Mâverâünnehir coğrafyasının bereketli topraklarında yetişen âlimlerle disiplinize edilerek tasnif ve zapt altına alınmış ve günümüze kadar gelmiştir. Dolayısıyla Arap yarımadası Kur’an’ın inzaline merkez olmuş ise Mâverâünnehir bölgesi Kur’an’ın anlaşılmasına ve yayılmasına ciddi katkılar sağlamıştır. Hz. Peygamber’in Mekke ve Medine’de konuştuğu sözler buranın bereketli merkezlerini nurlandıran âlimler tarafında ayıklanarak şerh ve yorumlarıyla İslâm dünyasının emrine ve İslâm havzasının inşasının hizmetine sunulmuştur. Bu anlamda Mekke Medine ne kadar kutsalsa, Tirmiz, Buhârâ, Semerkand, Merv Fergana, Harizm gibi Mâverâünnehir bölgesinin bu şehirleri de o kadar değerli ve tarihî misyonuyla saygındır. 

Muâviye döneminin komutanlarından Ubeydullah b. Ziyâd (ö. 67/686) ile İslâm hakimiyetine giren Mâverâünnehir bölgesi daha sonra Kuteybe b. Müslim (86/705) zamanında askeri ve siyasi açıdan önemli bir bölge oldu. İçinde barındırdığı potansiyel itibariyle kısa süre sonra bölge, İslâm kültür ve ilim merkezi konumuna geldi. Sâmânîler döneminde (819-1005) de burası gittikçe değerlenen nadir coğrafyalardan biri oldu. Hatta Mâverâünnehir’in bünyesinde barındırdığı Buhârâ ve Semerkand “İslâm Kubbesi”[1] olarak da adlandırılmıştır.

Bu çalışmamızda Kur’an’dan sonra ikinci kaynağımız olan Hadis ilmi açısında Kütüb-i Sitte’nin[2] de en önemli ismi olan İmam Buhârî’nin çalışmaları, çabaları, duruşu ve buna karşın karşılaştığı zorluklar, tevhidi duruşu uğruna maruz kaldıkları baskı, sorgu ve işkence anlamına gelen mihneler[3] ile o dönemin sosyal, siyasal ve fikri atmosferinden kısaca bahsedeceğiz.

İmam Buhârî

13 Şevval 194 (20 Temmuz 810) cuma günü Buhârâ’da doğdu. Sadece hadis konusunda değil, İslâm’ın diğer disiplinleri olan; Tarih, Kelam, Fıkıh, Tefsir gibi alanlarda da söz sahibi, otorite olan bir insandı. “Buhârî, “rivâyetleri mükemmel seçimiyle iyi bir hadisçi, tasnifinde ortaya koyduğu düşünceleriyle iyi bir kelamcı, fıkıhçı ve ahlakçıdır. İnhisarcı bir anlayışla onu belirli bir kategoriye hapsetmek o zamanın bilimsel tasnifi açısından doğru olmadığı gibi görüşlerini ve eserini anlamak bakımından da ufuk daraltıcı olur.”[4] Onun kısacık ömründe ulaştığı tecrübe ve ilmi derinliği salt bir ezber veya eğitim ile sınırlandırmak yanlış olur. Onun hayatına psikososyotarih perspektifinden bakıldığında psikolojik, sosyolojik ve tarihi sürecin birleşiminden oluşan köklü tesirin varlığı dikkat çeker. Hiçbir başarının tesadüfi olmadığı bu dünyada İmamı Buhârî’nin de başarısında bazı temel sebeplerin varlığı bu anlamda önemlidir. Zira ilim yolculuğunda gezdiği yerler, ders aldığı hocalar ve istifade ettiği ortamlar, onun psikolojisi üzerinde büyük bir özgüven oluşturdu. Genç yaşta iken Hac için Mekke’ye gelip burada kalması, sekiz defa Bağdat’a gidip bu arada Ahmed b. Hanbel ile görüşmesi, Basra’ya dört beş kez gidip oradaki âlimlerden istifade etmesi, daha sonra özellikle hadis tahsili amacıyla, Horasan, Belh, Şam, Hicaz, Kûfe, Şam, Basra, Medine, Merv, Mısır, Askalan, Hums, Rey, Herat ve Nişabur gibi âlimlerin merkezi olan bu yerleri gezmesi, bazı yerlere defalarca gidip gelmesi, hatta uzun süre kalması onun kişiliğinde ve sosyal yaşamında önemli bir etki bıraktı. Kendi ifadesine göre sadece kendilerinden hadis dinlediği şahıs sayısı 1080 kişidir[5].

Buhârî İslâm coğrafyasının en önemli merkezlerinden olan bu yerlerde ilim öğrenirken aynı zamanda orada siyasi, sosyal ve fikri hareketlere, gelişmelere de bigâne değildir. İmamı Buhârî’yi farklı kılan bir başka etken ise yukardaki ismi geçen merkezlerde farklı fikir ve düşünce mensubu insanlardan istifade etmesidir. Tek bakışlı bir bilgi akışının aksine Buhârî’nin aklı ve fikir havzası değişik düşüncelerle ona geniş ve derin bir analiz etme imkânı vermiştir. Aksi takdirde o da o dönemin herhangi bir âlimi gibi etrafında topladığı bir sosyal çevre ile müreffeh bir hayat yaşayabilir, adı sanı unutulan diğer âlimlerin sınıfına dâhil olabilirdi. Ancak O kendi zamanından ziyade ümmet için uzun vadeli bir çalışmanın içine girerek Kur’an’dan sonra ikinci derece değerli olan Hadis ve Sünnetin sağlam bir zemin üzerinde istikrar bulmasına ömrünü feda etmiştir. İşte İmamı Buhârî’nin ümmete miras olarak bıraktığı Sahîh’i bu çaba ve birikimin eseridir. ‘

 Bu kadar geniş bir vizyona sahip olsa da İmam Buhârî, Müslümanlar arasında genelde 16 senede[6] tamamladığı Sahîh’i[7] ile bilinir. Halbuki “Henüz yirmi yaşına basmadan ve kendi ifadesiyle “Hz. Peygamber’in kabri başında mehtaplı gecelerde” yazdığı et-Târîḫu’l-kebîr[8] onun ilk eserlerinden biridir.” Bu eser “Sahih”in temelini oluşturmuştur.

İslâm tarihinde Hadis alanında onu meşhur kılan Sahihi’nde toplamış olduğu sahih hadislerdir. İlk dönemde bunun değeri çok fark edilmese de çalışmasının değeri ilerleyen zaman diliminde ona şöhret olarak dönmüştür. Ona bu özelliğin kazandırılmasında; ilk çalışmasının “tarih” olmasının etkili olduğunu söylemek mümkündür. Zira 13.790 raviyi[9] içeren et-Târîḫu’l-kebîr çalışması, hadis konusunda onu otorite yapmaya götürmüştür. Tarihle meşguliyeti ona olaylara ve kişilere bütüncül bakma, insanların yaşayışlarının yanı sıra onların fikir ve düşüncelerini de öğrenmeye fırsat vermiştir. Dolayısıyla “Buhârî, önceleri el-Câmiu’s-Sahîh ile değil Tarih'i ile tanınmıştır. Fakat, zamanla Sahîh, Tarih'in önüne geçmiştir.”[10]

İmam Buhârî’nin Tarih’i öncelemesini, psikososyotarih açısından derin bir arka planda aramak lazım. Hatırlanacağı gibi ilk dönemlerde İslâmi ilimler arasında keskin bir ayırım yoktu. Hadis, tefsir, siyer gibi temel alanların ravileri ortak, aynı âlimlerdi. Ancak daha sonra siyasi ve fikri tarafgirliklerden dolayı durum değişti. Kur’an’dan sonra ikinci kaynak olan hadis/sünnet ile ilgili uydurma hareketlerinin başlamasıyla rivayetlerin alınmasında zorunlu bazı kriterlerin aranması kaçınılmaz oldu[11]. Bu durumun neticesinden olsa gerek İmam Buhârî ilk çalışmasına bu kriterlerin ana merkezini oluşturan ravilerin tanıtımını içeren “Tarih” çalışmasıyla başlamış, bunu ilk sıraya koymuştur.

“Buhârî’nin Sahîh’inde Kitâbü’l-fiten’den[12] sonra Kitâbü’l-ahkâmı[13] zikretmesinin esprisini psikososyal süreçte aramak gerekir. Zira fitnenin eğemen olduğu bir dönemde hem yönetenlerin hem de yönetilenlerin öncelikli görevi; nereden ve kimden gelirse gelsin fitneye sebep olmamak ve fitneye düşmemek için her türlü çabayı sarfetmektir. Dolayısıyla İmamı Buhârî fitne uyarısından sonra yönetici/idareci konumunda bulunanlara toplumun barış ve huzuru için ahkam açısından yapmaları gerekli olan görevleri hatırlatmaktadır.”[14]

Aynı şekilde İmam Buhârî’nin tenkid ettiği Mu’tezile’ye karşı reaksiyon değil bir aksiyon başlatması da bu anlamda dikkat çekicidir. Bu konuda Akyüz şunları söyler:

“Buhârî, naslardan hüküm çıkarırken ince ve esrarlı münasebetler kurmasındaki mahareti sebebiyle zaman zaman eleştirilmiş, bâb ve hadis arasında münasebetin bulunmadığı gerekçesiyle tenkit bile edilmiştir. Öyle görünüyor ki Buhârî, kısmen itikadi içerikli bir bölüm olan İ'tisam'da böyle bir konuyu gündeme getirmesi ve bâblarda değerlendirdiği rivayetlerin de muhtevası onun, "aklın ekseninde vahy" telakkisine karşı olduğunu, bu anlayışın yerini, "vahy ekseninde akla" terk etmesi gerektiğini savunarak Mu'tezile'nin prensiplerini tenkit etmekte ve bir yöntem belirlemektedir. Bu sebeple o, derlediği rivayetleri, içinde bulunduğu kültürel şartların gerektirdiği ölçüde itikadi, ameli, ahlaki ve metodik tercihlerini sunduğu, eleştirilerini yönelttiği, başka müelliflerde olmayan ilklerin sahibi olarak çeşitli bölüm ve bâblar çerçevesinde te'lif etmek suretiyle bir reaksiyon değil bir aksiyon başlatmış ve bu aksiyon büyük çapta başarıya da ulaşmıştır ...”[15]

Buhârî gerek çağdaşları gerekse kendinden sonraki hadisçiler nazarında rical bilgisiyle şöhret kazanmıştır. Diğer bir deyişle, Buhârî, önceleri Sahîh'i ile değil Tarîh’i ile tanınmıştır. Fakat, zamanla Sahîh, Tarîh'in önüne geçmiştir. Buhârî’nin şöhretini kazanmasını geciktiren en önemli faktörlerden biri, kelâmî açıdan Halku'l-Kur'an inancına meylettiği dedikodusunun yanı sıra Zühlî (ö. 258/872) ile arasında geçen tartışma ve menfi propagandanın yaygınlık kazanmasıdır.”[16]

Başta İmam Buhârî olmak üzere Kütüb-i Sitte âlimlerinin hepsi herhangi bir mezhebe intisap etmemelerinin bir sonucu olarak bunların mirasından bütün mezhep mensupları istifade etmişlerdir. Böylece onların iğne ile adeta topladıkları bu ilmi miras, bütün ümmetin ortak malı olmuştur.

Buhârî’nin düşünce dünyasını anlayabilmek için yaşadığı dönemin itikadi, siyasi ve sosyal durumuna bakmak gereklidir. Onun için yaşanan olaylar, şahit veya muhatap olduğu durumlar onun psikolojisi üzerinde etkili olduğu gibi, yaşadığı dönemin koşullarından her insan gibi Buhârî’nin etkilendiği, buna karşı duruş sergilediği ortadadır. Onun için “Psikososyotarih” ile multidisipliner bir değerlendirme bu anlamda kaçınılmazdır.

Yaşadığı Dönemin Siyasi Atmosferi 

İslâm düşünce tarihinin bazı kırılma dönemleri olmuştur. Bunların içerinde en önemli kırılma noktalarından biri de “mihne” dönemi olarak adlandırılan “Mu’tezile’nin” devlet eliyle kendi fikirlerinde olmayan âlimlere karşı uyguladığı olumsuz tavırdır. Bu tavır sadece düşüncede kalmamış, fiziki şiddete de dönüşmüştür. Dolayısıyla İmam Buhârî’nin gezip gördüğü, eğitim aldığı ve eğitim verdiği kısacası kişiliğinin şekillendiği dönem, İslâm Tarihi’nin belki de en hareketli dönemidir. Önce Mu’tezile’nin mihnesi daha sonra da hadisçilerin karşı mihnesi baş göstermiştir. Dolayısıyla Buhârî’nın yaşadığı dönem; farklı fikir ve inanç hareketlerin yayıldığı, çok sayıda fikrî, itikadî, amelî ve siyasî oluşumların ortaya çıktığı ve birbirleriyle iç içe geçtiği dönemdir.

Toplumda farklıkların ifrat ve tefrit boyutuna vardığında, siyasilerin dönemde meseleye müdahil oldukları tarih boyunca görülmüştür. Bu aşırılığın başgösterdiği dönemlerden biri de “mihne” olarak bilinen “Halku’l-Kur’ân konusunda bazı âlimlerin sorguya çekilip eziyet edilmesidir[17]. Abbasi halifelerinden Me’mun, Mu’tasım ve Vasık[18] dönemlerini kapsayan yaklaşık kırk yıllık bir baskı dönemi olarak da bilinen “mihne” dönemi, dinin farklı yorumuna iktidarın taraf olmasının talihsiz bir örneğidir. Maalesef mihne döneminde İslâm tarihi, İslâm’ın hoşgörüsüne asla yakışmayan kara bir döneme tanıklık etti. Halku’l Kur’an meselesi evvel emirde ilim çevrelerinin bir konusu iken Me’mun ile bu konu siyasetin ana konularında biri haline geldi. Devletin resmi mezhebi haline gelen Mu’tezile anlayışı birçok noktadan kendini hissettirdi. Hatta bazı insanlar bu mihne sebebiyle ölünceye kadar zindanlara mahkûm edildi[19]. Özellikle Yahya b. Ma‘în (ö. 847), İbrahim ed-Devrakî (ö. 860) ve Ahmet b. Hanbel gibi dönemin saygın imamları Halkul-Kur’an'ı kabule zorlandı ve çeşit çeşit baskılara maruz bırakıldılar. İmam Buhârî’nin hocası olan Ahmet b. Hanbel siyasi iktidarın adeta hışmına uğrayan âlimlerin sembol ismi oldu. Bütün baskılara rağmen duruşunda taviz vermedi. Hatta İmam Buhârî bizzat kendisi; “Ahmet b. Hanbel işkenceye maruz kalırken biz Basra’da idik. Ben Velid et-Teyyalisi’den bizzat şunu dinledim: “Eğer Ahmet b. Hanbel’in çektiklerini Beni İsrail’den biri çekseydi büyük bir kahraman olurdu[20]”.

Böyle bir siyasi atmosferle yaşayan İmam Buhârî’nin yaşadığı bu dönemde İmam b. Hanbel ve diğer âlimlerin kendisi için birer model ve örnek kişilik olmasının avantajı ile beraber kendi asrında veya en azından bir sonraki asırda şöhret bulmamasına sebep olduğunu söylemek mümkündür. Bu sebeple İmam Buhârî’nin “Ahmed b. Hanbel (ö. 241) ve İmam Malik b. Enes (ö. 179) gibi iki büyük âlimin İslâm dünyasında kurduğu köklü otoritenin”[21] gölgesinde kaldığını söyleyebiliriz.

Sosyal ve Siyasal Baskılar

Mu’tezile’nin devlet eliyle topluma dayatılması beraberinde Me’mun dönemiyle (813-833) başlayan “mihne” sürecinin ilk mağdurlarından biri Ahmet b. Hanbel olmuştur. İmam Buhârî’nin beslendiği hocaların başında Ahmet b. Hanbel gibi bir şahsiyetin olması, onun kişiliğinde ve tevhidi duruşundaki etkili olmuştur. Siyasi atmosfer sadece o dönemde sınırlı kalmadı, Buhârî’nin yaşadığı dönemde de etkisini devam ettirdi. Dolasıyla İmam Buhârî bu dönemin siyasi atmosferinin zulmünden de kendisine düşen paydan kurtulamadı. Böylece İmam Buhârî sadece yazdıklarıyla değil yaşadıklarıyla da çağdaşlarından ayrıldı, duruşu uğruna bedel vermekten çekinmedi.

Fikri Akımların Saldırıları ve İmamı Buhârî’nin Tevhîdî Duruşu

Maveraünnehir coğrafyası sadece fiziki açıdan zor bir coğrafya olmadı, aynı zamanda birçok düşüncenin, farklı inanç ve fikirlerin de kök saldığı bir coğrafya oldu. Böylesi farklılıkların yeşerdiği bu coğrafyada İmam Buhârî ve seçkin talebelerinden İmam Tirmizî gibi âlimler, ayrık otlara bedel buranın gül kokan birer coğrafyaya dönüşmesi için inanılmaz bir caba sarf ettiler. “Buhârî, ünlü bir muhaddis olmasının yanı sıra itikadî konularla da yakından ilgilenerek Selef inancına aykırı görüşler ileri süren Cehmiyye, Mu‘tezile, Havâric ve Şîa mezheplerini tenkit eden, böylece ehl-i sünnet mezhebinin oluşumuna katkıda bulunan ilk Sünnî âlimlerdendir”[22].

Cehmiyye’ye reddiye yazdı[23]. Böylece yazdığı kitaplarla, yetiştirdiği öğrencilerle halkı bilinçlendirmeye çalıştı. İmam Buhârî ve İmam Tirmizi gibi muvahhid alimler, yeri gelince bedel ödemekten de geri durmadılar. İmam Buhârî’nin bu çabası, tevhidi duruşu samimi Müslümanları sevindirdiği kadar emellerine engel gören başka insanları da rahatsız etti. Özellikle de dönemin iktidarıyla yakın ilişki içinde olan ve ondan nemalanan dönemin bazı âlimleri de bu işin başında yer aldı.

İmamı Buhârî’nin kitabını diğer âlimlerin aksine Kitabu bedi'l-vahy[24] bâbını ilk sıraya alması daha sonra da ikinci sıraya Kitabu’ı-iman[25] konusunu alması tesadüf olmayıp, o dönemin fikir ve inanç ortamıyla doğrudan ilgili olmalıdır. Ayrıca bu durum aynı zamanda “kendisinden ne önce ne de sonra mevcut olmayan böyle bir bölümle eserine başlayan Buhârî, vahiy merkezli bir düşünceyi ortaya koyma gayreti içinde olmuştur”[26].

Dikkat edilirse “Buhârî’nin gezdiği ve ilim tahsili amacıyla bulunduğu bölgelere bakıldığında dönemin bütün farklı telakki ve düşünce ekollerini en üst düzeyde temsil eden kültür merkezleri olduğu görülmektedir. Bu sebeple Buhârî İslâm toplumunun iç dinamikleri/etkenleri sebebiyle ortaya çıkan, Kûfe merkezli Şiiliği ve Hariciliği, Şam merkezli Rafiziliği, dış amillerin yani daha çok yabancı kültür temasının sonucu ortaya çıkan Basra merkezli Mu'tezile ve bu akımın nüvesini teşkil eden, Cehmiyye, Kaderiyye, Cebriyye ve Mürcie gibi fikri akımları yakından tanıdı”[27].

Böylece İmam Buhârî, yaşadığı ve İslâm coğrafyasının etkisinde kaldığı yukarda değindiğimiz birçok fikri düşünce ile adeta tek başına mücadele etme çabasında olmuştur. Bu çabası ehl-i sünnetin iki itikadi ekolünden biri olan Eş’arîliğin de alt yapısını oluşturmuştur[28]. Özellikle de siyasi otoriteyi arkasına alan bazı fikirlerin bütün tehdit ve baskılarına rağmen dik ve muvahhit duruşundan zerre kadar taviz vermemiştir. O dönemde her biri başlı başına bir ekol olan, bazılarının ise hem siyasette hem de halk nezdinde destek buldukları, Haricilik, Mürcie, Mu’tezile ve Şia gibi birbirlerinden farklı bu tür bütün fikir akımlarına karşı mücadele etmiştir. Dolayısıyla “İmam Buhârî, imanın söz ve amel olduğunu, artıp-eksileceğini ifade etmekte ve bu görüşünü âyet ve hadislerle delillendirmektedir. Böylece amelin imandan bir cüz olduğunu söylemekle Mürcie’yi reddederken, günahların mümin birini dinden çıkarıp ebediyyen cehenneme girdirmiyeceğini söyleyerek Haricileri, "el-menzile beynel-menzileteyn" olamayacağını ifadeyle Mu’tezile’yi reddetmektedir. Ensâr’ı sevmeyi kalbin ameli ve imandan bir cüz olarak kabul etmek suretiyle hem Mürcie’yi hem Hariciyye’yi hem de Şia’yı reddeder. Ganimetlerden humus’un ödenmesinin dinden olması görüşüyle hem iman amel irtibatını reddeden Mürcie’ye hem de kanaatlerinin bütünlüğü içinde bakıldığında siyası otoriteye başkaldırma temayülü sergileyen Hariciliğe eleştiri yöneltmiştir”[29].

İmam Buhârî dik duruşunu sadece fikri platformda göstermedi. İlmin vakarına yakışacak şekilde âlim ve ilmin haysiyetini de aynı şekilde korumaktan geri kalmadı. Horasan Valisi Hâlid b. Ahmed ez-Zühlî ona bir adamını göndererek İmam Buhârî’ye; “kitaplarını getir, bize oku”, demesi üzerine İmam, dik bir duruş sergileyerek valiye: “ilmin izzeti, haysiyeti vardır. İlim, insanların ayaklarına götürülmez, ihtiyacı olan mescide gelir onu dinler. Beğenirse devam eder, değilse beni men eder. Böylece bana da mazeret olmuş olur.” diyerek emirin ayağına gelmeyeceğini söyledi. Bunun üzerine Buhâra’yı terk etmek zorunda kalan İmam Buhârî, burayı da terk ederek Semerkand’a vardı. Oradaki bazı akrabalarının da yer aldığı Hartenk köyüne yerleşti. Abdulkuddus es-Semerkandi, İmam Buhârî’nın Buhârâ’dan çıkarılması üzerine; “Allah’ım! yeryüzü bunca genişliğine rağmen bana dar geldi, artık emanetini al” diyerek dua ettiğini nakleder. Hartenk köyünde 256/87 yılında 62 yaşında iken Ramazan Bayramı gecesinde; yatsı namazından kısa süre sonra vefat etti. Bayram günü öğle namazında aynı köyde defnedildi[30].

Maruz Kaldığı Mihne

O dönemin en tehlikeli düşüncelerin başında siyasi konjonktürün topluma dayattığı “Kur’an’ın mahluk olmadığı” konusuydu. Başta İmam Ahmed b. Hanbel olmak üzere birçok âlim bu baskıya maruz kaldı. İmam Buhârî de bu baskıya maruz kalanların başındaydı. “İmam Buhârî’nin dönemin siyasi konjonktürünün aksine; “ağzımızdan çıkan sözler mahluktur” düşüncesi özellikle de dönemin meslektaşları tarafından biliniyordu. Bu sefer meslektaşları olan bazı muhaddislerin karşıt mihnelerine maruz kaldı. İmam Buhârî’ye insanlar teveccüh edince muhaddis olan Muhammed b. Yahya, Buhârî’nin itibarının kırmanın yollarını aradı. Bunun için ona birini göndererek bu düşüncesinin halk tarafından da bilinmesi için Buhârî’nin yanına birini göndererek bu konudaki düşüncesini sordurdu. Buhârî de bu gelen kişiye “Oysa sizi de yaptıklarınızı da Allah yarattı.”[31] âyetini de delil getirerek; “ağzımızdan çıkan kelimeler de mahluktur” demesi üzerine adam meclisi terk ederek Buhârî’yi protesto edip gitti. Bunu planlayan Muhammed b. Yahya’ya haber ulaşınca İmam Buhârî’yi hedef alıp kamuoyunda onu tecrid etmek amacıyla içindeki kini dışa vurdu. Hedef aldığı İmam Buhârî’ye yönelik olarak; “kim ki “ağzımdan çıkan kelimeler mahluktur derse o bidatçıdır ve onunla konuşulmaz, oturulmaz, onunla oturup kalkanlar da onun yanına gidenler de bidatçıla itham edilir. Zira onun meclisine de ancak onun gibi ehl-i bidatçı olanlar gider”[32]. diyerek İmam Buhârî’yi hem devlet nezdin de hem de halk nezdinde hedef tahtasına oturttu. Muhaddis olan meslektaşları tarafından bu yargısız infaz karşısında İmam Buhârî, ders verdiği Neysâbûr’ı terk ederek Buhârâ’ya gitmek zorunda kaldı.

İmam Buhârî’ye uygulanan baskı sadece meslektaşları olan hadisçilerle sınırlı kalmadı. Neysâbur’dan ayrılışının diğer bir sebebi de artık siyasi anlamda dönemin emiri tarafından ölüm listesine alınmasıdır. Zira İmam Buhârî’nin; “ağzımızdan çıkan lafızlar mahluktur” fikri Neysâbur’a ulaşınca Vali Halid b. Ahmed ez-Zühli bunun üzerine; “böyle muhaddis mi olur” deyip, Buhârî’i öldürüp ortadan kaldırmak istedi. Ancak bunu haber alan İmam Buhârî buradan kaçarak öldürülmekten son anda kurtuldu[33].

Sonuç

Mâverâünnehir’in bereketli ilim coğrafyasında başta İmam Buhârî ve onun arkasında gelen birçok âlim yetişti. Bu âlimlerin arkada bıraktığı eserlerin her biri İslâm ilim tarihinde birer köşe taşı mesabesinde oldular. Bu tebliğimizde isimleri geçen başta İmam Buhârî ve öğrencisi İmam Tirmizî olmak üzere diğer âlimlerin her biri ciltlere asırlara sığmayan değerlerdir. Kısaca sonuç niyetiyle şu noktalara dikkat çekmek isterim:

1- İslâm coğrafyasının farklı merkezlerinde bulunması ve oradaki âlimlerden istifade etmesi Buhârî’ye geniş bir bakış açısı kazandırmıştır. O, salt bir ravi değil aynı zamanda yorumlayan bir âlimdir

2- İlim amacıyla gezdiği ve bulunmuş olduğu ilim merkezlerinden ve muhtelif hocalardan istifade etmekle birlikte değişik düşünce ve fikir hareketleriyle de tanışmış ve bunlara karşı kendi yetiştirme imkânı bulmuştur. Psikososyotarih açısından bakıldığında bu süreçler onun kişisel sosyal ve siyasi duruşunda etkin olmuştur.

3- Yaşadığı dönemdeki farklı fikir hareketlerinin sonucu olarak toplumda kargaşanın varlığı, onu fitne konusunda daha dikkatli olmaya sevk etmiş, bu durum Sahîh’indeki bâbların tasnifinde müstakil konu olarak karşılık bulmuştur.

4- Toplumdaki cari olan kargaşadan mülhem fitnenin arka planında Hz. Peygamber adına söz ve eylemlerin uydurulduğunu görmesine karşın öncelikle işe buradan başlamış ve hadiste ravi ve onun güvenirliğini öncelemiştir. Bu amaçla 22 yaşında iken 13000’den fazla ravinin ele alındığı Tarihu’l Kebîr’ini yazmıştır.

5- Her türlü düşünceye karşı siyasi baskılara rağmen tevhidi duruşundan taviz vermemiştir.

6- Sırtını dönemin iktidarına dayandıran meslektaşlarının iftira ve karalama kampanyalarına boyun eğmeyerek hicreti tercih etmiştir. Neticede bir hicret yolculuğu esnasında memleketine varamadan vefat etmiştir.

 

 

Kaynakça

  1. Aḥmed b. Ḥanbel, Ebû ʿAbdullâh Aḥmed b. Muḥammed b. Ḥanbel eş-Şeybânî (ö.241/856), el-Musned (nşr.), I-VI, Muʾessesetu Ḳurṭuba, Kahire.
  2. Akoğlu, Muharrem, “Tarihsel Arka Plan Bağlamında Me’mun Dönemi Abbasoğulları Yönetiminde Alioğulları Politikası”, İlahiyat Fakültesi Dergisi, 12, (2011/1), s. 55-74.
  3. Akyüz, Ali, “İmam Buhârî'nin Yabancı Tesirlere Karşı Tavrı”, Dineğitimi Araştırmaları Dergisi, 11, (2003), 161-176.
  4. Çakın, Kâmil, “Buhârî'nin Otoritesini Kazanma Süreci”, İslâmi Araştırmalar 10/1-2-3, (1997), s. 100-109. 
  5. Çiftçi, Mehmet Emin. Hadis Usûlünde Sahih Hadis. İstanbul: Siyer yayınları, 1. Basım, 2023.
  6. el-Buḫârî, Ebû ʿAbdullâh Muḥammed b. İsmâʿîl el-Buḫârî (ö.256/870), et-Târîḫu'l-Kebîr (nşr. Hâşim en-Nedvî), I-VIII, Dâru'l-Fikr.
  7. el-Eşʿarî, Ebû'l-Ḥasen ʿAlî b. İsmail el-Eşʿarî (ö.324/936), Risâle ilâ Ehli'ŝ-Ŝiğar bi'Bâbi'l-Ebvâb (nşr. ʿAbdullâh Şâkir Muḥammed el-Cenîdî), ʿImâdetu'l-Baḥŝi'l-ʿİlmî bi'l-Câmiʿati'l-İslâmiyye, Medine 1413H.
  8. eẑ-Ẑehebî, Şemsüddîn Ebû ʿAbdullâh Muḥammed b. Aḥmed b. ʿOŝmân b. Ḳâymâz (ö.748/1347), el-ʿUluvv li'l-ʿAliyyi'l-Ğaffâr fî Îḍâḥi Ṡaḥîḥi'l-Aḫbâr ve Saḳîmihâ (nşr. Ebû Muḥammed Eşref b. ʿAbdilmaḳṡûd), Mektebetu Eḍvâʾi's-Selef, Riyâḍ 1416/1995.
  9. Ḫaṭîb el-Bağdâdî, Ebû Bekr Aḥmed b. ʿAlî (ö.463/1071), Târîḫu Bağdâd (nşr. Beşâr ʿAvvâd Maʿrûf), I-XVI, Dâru'l-Ğarbi'l-İslâmî, Beyrut 1422/2002.
  10. Hodgson, İslâm’ın Serüveni, cev. İzzet Akyol vd. İstanbul: İz Yayıncılık, 1993.
  11. İbn Keŝîr, Ebû'l-Fidâʾ İsmâîl b. ʿOmer b. Keŝîr ed-Dimeşḳî (ö.774/1373), el-Bidâye ve'n-Nihâye (nşr. ʿAbdullâh b. ʿAbdi'l-Muḥsin et-Turkî), I-XXI, Dâru Hicr, 1418/1997.
  12. Kandemir, M Yaşar, “Kütübi Sitte”, DİA, İstanbul: TDV. Yayınları, 2003, XXVII, 6-8.
  13. Muḥammed b. ʿOŝmân b. Ebî Şeybe, Ebû Caʿfer Muḥammed b. ʿOŝmân el-Kûfî (ö.297/910), el-ʿArş vemâ Ruviye fîh (nşr. Muḥammed b. Ḫalîfe b. ʿAlî et-Temîmî), Mektebetu'r-Ruşd, Riyad 1418/1998.
  14. Özgüvendi, Osman Gazi, “Maveraünnehir”, DİA, İstanbul: TDV. Yayınları, 2003, XXVIII, 177-180.
  15. Sıbṭ İbnul-Cevzî, Ebû'l-Muẓaffer Yûsuf b. Kızoğlu (ö.654/1256), Mirʾâtu'z-Zamân fî Tevârîḫi'l-Aʿyân (nşr. Muḥammed Berekât vdğr.), I-XXIII, Dimeşḳ 1434/2013.
  16. Yardım, Ali, “Buhârî ve et-Târîhu'l-kebîr'i”, Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 5, (İzmir 1989), s. 181-193.
  17. Yavuz, Yusuf Şevki, “Buhârî” (Akaid’e Dair Görüşleri), DİA, İstanbul: TDV. Yayınları, 1992, VI, 372-374.
  18. Zehebî, Ebû Abdullah Muhammed b. Osman, Siyerü a’lâmi’n-nübelâ (nşr. Şuayb el-Arnaût ve dğr.), Müessesetü’r-risâle), I-XXIII, Beyrut 1981-1985, XII, 405, 448-449.


 

[1] Osman Gazi Özgüvendi, “Maveraünnehir”, DİA, (İstanbul: TDV. Yayınları, 2003), XXVIII, 177-180.

[2] Ehl-i Sünnet tarafından en sağlam Hadis kaynakları olarak kabul edilen 6 Kitap şunlardır: Sahih-i Buhârî Sahih-i Müslim Sünen-i Nesai Sünen-i Tirmizi Sünen-i Ebu Davud Sünen-i İbn Mace. Geniş bilgi için bkz. M Yaşar Kandemir, “Kütübi Sitte”, DİA, (İstanbul: TDV. Yayınları, 2003), XXVII, /6-8.

[3]https://www.almaany.com/tr/dict/ar-tr/%D8%A7%D9%84%D9%85%D8%AD%D9%86%D8%A9/?c=T%C3%BCm

[4] Ali, Akyüz, “İmâm Buhârî’nin Yabancı Tesirlere Karşı Tavrı ve Bunun Eserlerine Yansıması” I. İslâm Düşüncesi Sempozyumu (26-27 Ekim, İstanbul 1996), s. 3-4.

[5] Zehebî, Aʿlâmü’n-nübelâʾ, XII, 395. Geniş bilgi için bkz. el-A’zami, “Buhârî”, DİA, (İstanbul: TDV. Yayınları, 1992), VI, 368-376.

[6] Zehebî, A’lâmü’n-nübelâ, XII, 405.

[7] el-Buḫârî, Ebû ʿAbdullâh Muḥammed b. İsmâʿîl (ö.256/870), el-Câmiʿu'l-Musnedu'ṡ-Ṡaḥîḥu'l-Muḫtaṡar (nşr. Muḥammed Zuheyr en-Nâṡır), I-IX, Dâru Ṭavḳi'n-Necât, Beyrut 1422H.

[8] el-Buḫârî, Ebû ʿAbdullâh Muḥammed b. İsmâʿîl el-Buḫârî  (ö.256/870), et-Târîḫu'l-Kebîr (nşr. Hâşim en-Nedvî), I-VIII, Dâru'l-Fikr.

[9] Ali Yardım, “Buhârî ve et-Târîhu'l-kebîr'i”, Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fak.Der. V, (İzmir 1989), s. 185.

[10] Çakın, s. 108.

[11] Mehmet Emin Çiftçi, Hadis Usûlünde Sahih Hadis (İstanbul: Siyer yayınları, 2023), 89.

[12] el-Buḫârî, eṡ-Ṡaḥîḥ, IX, 46.

[13] el-Buḫârî, eṡ-Ṡaḥîḥ, IX, 61.

[14] Akyüz, 15.

[15] Akyüz, 174.

[16] Çakın, s. 108.

[17] Aḥmed b. Ḥanbel, el-Musned, II, 364.

[18] Aḥmed b. Ḥanbel, eṡ-Ṡalât, s. 28.

[19] Ḫaṭîb el-Bağdâdî, Târîḫu Bağdâd, XV, 419. eẑ-Ẑehebî, el-ʿUluvv li'l-ʿAliyyi'l-Ğaffâr, s. 172.

[20] İbn Keŝîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, XIV, 406.

[21] Kamil Çakın, “Buhârî'nin Otoritesini Kazanma Süreci”, İslâmi Araştırmalar 10/1-2-3, (1997) , s. 108.

[22] Yavuz, “Buhârî (Akaid’e Dair Görüşleri), DİA, VI, 372.

[23] Muḥammed b. ʿOŝmân b. Ebî Şeybe, el-ʿArş, s. 276.

[24] el-Buḫârî, eṡ-Ṡaḥîḥ, I, 6.

[25] “İslâm beş şey üzerine bina edilmiştir.” hadisiyle başlamıştır. Bkz. el-Buḫârî, eṡ-Ṡaḥîḥ, I, 10.

[26] Ali Akyüz, “İmam Buhârî'nin Yabancı Tesirlere Karşı Tavrı”, Dineğitimi Araştırmaları Dergisi, 11, (2003) s. 165

[27] Hodgson, İslâmın Serüveni, çev. İzzet Akyol, I, 214. Geniş bilgi için bkz. Akyüz, 163. 

[28] el-Eşʿarî, Risâle ilâ Ehli'ŝ-Ŝiğar, s. 14.

[29] Akyüz, 166.

[30] Geniş bilgi için bkz. Sıbṭ İbnul-Cevzî, Mirʾâtu'z-Zamân, XV, 379.

[31] Saffât, 37/96.

[32] Sıbṭ İbnul-Cevzî, Mirʾâtu'z-Zamân, XV, 378.

[33] Sıbṭ İbnul-Cevzî, Mirʾâtu'z-Zamân, XV, 379.

Izoh qoldirish