06.06.2023

ANTROPOLOJİ VE DİN: TARİHSEL VE KURAMSAL TEMELLER

İnsanlar tarih boyunca kim olduklarını, kökenlerinin nereye ve kimlere dayandığını, içine doğdukları kültürün yapısını ve bu kültürün şekillendirdiği davranış kalıplarını öğrenme ihtiyacı duymuştur. İnsanoğlu tarihin en erken devirlerinden itibaren kökenlerine dair bu bilgi sahibi olma ihtiyacını, ilk önceleri mitlerden, destanlardan ve efsanelerden öğrendikleriyle karşılamaya çalışmıştır. Ancak zamanla bu ilgisini daha profesyonel bir çabaya dönüştürmüştür. Yaşadıkları dönemlerde her zaman daha geçerli ve güvenilir cevaplara ulaşmayı hedeflemiş kişilerin çalışmaları sayesinde, insanlık tarihi boyunca, farklı bilim dalları gelişme göstermiştir. 

Tarihsel süreç içinde, bilim adamları bu çabalarını araştırmaya, deneye, gözleme ve mantıksal açıklamalara dayandırmaya başlamışlardır. İşte antropoloji bilimi de bu birikim neticesinde gelişme imkânı bulmuş bir toplum bilimidir, bir sosyal bilimdir. Antropoloji bilimi ortaya çıktığı ilk dönemlerden itibaren insanların kendileri hakkında sordukları bu sorulara, gözlem ve araştırma sonucunda ortaya çıkan gerçeklere dayanarak cevap aramaya çalışan bilimsel bir disiplindir. Antropoloji, insanın incelenmesidir. Antropoloji insanın niteliğine ilişkin daha çok bilgiyi gün yüzüne çıkarmaya çalışan ve insanlar ve örüntüleşmiş davranışları hakkında genellemeler üretmeye ve insan çeşitliliğini anlamaya çalışan insan bilimidir [1, s. 23].

Antropoloji, insana çeşitli açılardan bütüncül bakan bir bilimdir. Bu geniş inceleme alanı bir yandan antropolojiyi diğer bilimlerden ayırt eder, diğer yandan da onlara bağımlı kılar. Örneğin antropoloji fosil incelemelerinde fizik, kimya ve jeolojinin tekniklerinden yararlanır. İnsan kalıntıları genellikle bitki ve hayvan kalıntılarıyla birlikte bulunduğundan antropologlar botanist, zoolog ve paleontologlarla işbirliği yaparlar.

*İmam Tirmizi Uluslararası Bilimsel Araştırma Merkezi Uluslararası İlişkiler ve Turizm Geliştirme bölüm Başkanı

İnsanların davranış ve tutumlarını, alışkanlıklarını, gelenek ve göreneklerini, inançlarını, dillerini incelerken psikoloji, sosyoloji, filoloji, tarih gibi disiplinlerin veri ve yöntemlerine ihtiyaç duyarlar. Antropolojinin bu kadar geniş bir konu alanına sahip olması, kimi zaman onun tanımlanmasında ve isimlendirilmesinde karışıklıklara yol açmıştır [1, s. 44].

Antropologlar’ın cevabını merak ettikleri ve araştırdıkları soruları genel olarak üç başlık altında toplayabiliriz: 

· İnsanlar ve toplumlar neden birbirlerine benziyorlar? 

· İnsanlar ve toplumlar neden birbirlerine benzemiyorlar? 

· İnsanlar ve toplumlar neden ya da nasıl değişiyorlar? 

Bu üç soru antropolojinin bugün de geçerli olan temel sorunlarıdır. “Irk”ın her şeyi belirlediği görüşüne karşı olan bir tezi savunan antropoloji, insanoğlunun tüm yaşantısını bir bütün olarak açıklamaya çalışan tek bilimsel disiplindir. Bu çalışma boyunca, yukarıdaki satırlarda kısa bir giriş denemesiyle ifade edilmeye çalışılan antropolojinin alanı, tarihsel gelişim süreci ile din olgusuna yaklaşımı ele alınırken aynı zamanda bu disiplinin dinsel yapıları inceleme tarzının, özellikle teolojik perspektiften farklılaşan yönlerine de işaret edilmeye gayret edilmiştir. Bu bağlamda antropolojinin temel kavramlarından biri olan “senkretizm”in (bağdaştırmacılık) dinsel alandaki karşılıklarına değinilmiş ve antropolojinin temel bakış açısı ekseninde “İslam antropolojisi” ve “İslami antropoloji” tartışmalarına da yer verilerek bazı değerlendirmelerde bulunulmuştur.

ANTROPOLOJİNİN ALANI VE TARİHSEL GELİŞİM SÜRECİ 

Etimolojik açıdan Latince “insan” anlamına gelen “Antropos” ile bilim anlamına gelen “logos/logia” kavramlarının bileşkesinden oluşan Antropoloji kavramının bilimsel bir disipline işaret edecek biçimdeki ilk kullanımı, 16. yüzyılda gerçekleşmiştir. Orta Avrupalı yazarlar Latince “anthropologium” terimini, anatomi ve fizyolojiyi de içerecek bir genişlikte kullanmışladır[2, s. 11]. 

Terim, 17. ve 18. yüzyıl Avrupa’sında ise bu kez ilahiyat çevrelerinde, tanrının insani özelliklerine atıfta bulunan bir kavram olarak kullanılmıştır.

18. yüzyıl sonlarında Rus ve Avusturya’lı bazı yazarlar, bu kavramı farklı etnik grupların kültürel özellikleri hakkında bilgi verirken kullanmışlardır. Ancak bilim çevrelerinde bu kullanımın yaygınlaşması çok daha sonraki tarihlere, yani yaklaşık olarak 20. Yüzyıl başlarına denk düşmektedir. Öte yandan insanın fiziksel ve biyolojik özellikleri ile sosyal ve kültürel yönlerini birlikte ele alan genel bilimsel bir disiplinin adı olarak antropoloji ve kültürle ilgili olan etnoloji terimleri arasındaki ayrım ise 18. Yüzyıl Avrupası’nda şekillenmiştir.

Yükseköğretimde antropolojinin ders olarak okutulmaya başlandığı ilk üniversite Amerika’daki Rochester Üniversitesi’dir. Burada 1879 yılında antropoloji öğretimine başlanmıştır. 1906 yılında ise ilk kez İngiltere’de Oxford Üniversitesi’nde ayrı bir kürsü olarak kurulan Antropoloji Bölümü kültürel antropoloji ve fiziki antropoloji olmak üzere iki alt disipline ayrılmıştır. Kültürel antropoloji içinde ise dört ana dal belirlenmiştir, bunlar; Arkeoloji, Teknoloji, Etnoloji ve Sosyolojidir.

1909 yılında ise Oxford, Cambridge ve Londra Üniversitelerindeki bilim adamları antropolojinin alt dalları ve yakın disiplinleri ile arasında baş gösteren bazı kavram yanılgılarını açıklığa kavuşturmak ve alanda ortak bir terminoloji geliştirmek amacıyla bir araya gelmişlerdir. Bu çalışmalar neticesinde okuryazar olmayan halkların betimleyici anlatılarının Etnografya, bunların tarihlerini kurgulama çabalarının Etnoloji ve Arkeoloji, ilkel toplumların kurumlarının karşılaştırmalı incelemelerinin ise Sosyal Antropolojinin konusu olması gerektiği yönünde ortak bir karar almışlardır [2, s. 13].

Buraya kadar verilen bilgilerden hareketle, antropoloji ve alt dalları, Batı’da (Avrupa ve Kuzey Amerika) gelişmiş bilimsel bir disiplindir. Bir akademik çalışma alanı olarak antropoloji başlıca üç Batılı düşünce geleneğinden beslenmektedir. Bunlar şöyle özetle

· İngiltere’nin sömürge halklarını yönetme sorununa ilişkin olarak biçimlediği bir idari bilim gereksinimi.

· Kuzey Amerika ve özellikle de Amerika Birleşik Devletleri’nde yitip gitmekte olan yerli halkların (Aztek, Maya, İnka medeniyetleri gibi) kültürlerine ilişkin olarak yürütülen araştırmalar.

 · Almanya’nın geç uluslaşma sürecini destekleyecek tarzda geliştirdiği halk kültürü araştırmaları. Antropolojinin bilim olma sürecinin tarihsel, kültürel ve felsefi temellerini ortaya koyarken, batılı toplumların kendi özgül tarihsel ve toplumsal koşullarında oluşan düşünce geleneklerinin kritik üç ana evresini ifade etmek gerekmektedir. Bu ana evreler:

 · Eski Yunan ve Roma (Antikite) Düşüncesi,

 · Ortaçağ Avrupa Düşüncesi?

 · Coğrafi Keşifler Sonucu Gelişen Batı Yazınıdır.

Günümüzde antropoloji teriminin, Kuzey Amerika’daki kullanımının, arkeoloji, kültürel antropoloji, linguistik ve fiziksel-biyolojik antropoloji alt dallarını kapsayan genel bir bilim dalına karşılık geldiğini görmekteyiz. İngiltere’de ise ilgisini toplumsal yapılara ve kurumlara odaklamış bir araştırma yaklaşımının da etkisiyle sosyoloji bilimine daha yakın olan sosyal antropoloji teriminin yaygın olarak kullanılmakta olduğunu görmekteyiz. Alman geleneği ise ağırlıklı olarak; farklı kültürel yapıların karşılaştırılması sonucunda ortaya çıkan çeşitlilikleri ve benzerlikleri ortaya koyup, açıklamaya ve evrensel olanla yerel olanı ayırt etmeye çalışan bir bilimsel çabayı ifade eden etnoloji terimini kullanmaktadır [3, s. 34].

Çok geniş bir inceleme alanı ve perspektifine sahip olan antropoloji bilimi dört ana alt disipline ayrılmıştır. Bunlar; arkeolojik antropoloji, linguistik antropoloji, biyolojik (fiziki) antropoloji ve kültürel antropoloji disiplinleridir.

Arkeolojik antropoloji, yapılan kazılar sonucunda elde edilen bulgulardan hareketle eski insanların davranışlarını ve kültür yapılarını yeniden inşa eder, tanımlar ve yorumlar. Biyolojik antropoloji, insanın zaman ve mekân içindeki değişimini yani fizyolojik evrimini inceler. Biyolojik bir varlık olan insanın geçirdiği evreleri ele alır. Biyolojik antropolojiyle uğraşan bilim adamlarına göre insanın fiziksel değişimi, büyük ölçüde genetik ve çevresel faktörlerin etkisiyle meydana gelmektedir.

Linguistik antropoloji, dillerin yapısal özelliklerini, konuşma biçimlerini inceler. Kültürel antropoloji, toplumları ve kültürleri inceler ve bunlar arasındaki benzerlikleri ve farklılıkları ortaya koyar [4, s. 132].

Hayatta kalabilme, yaşamını idame ettirebilme ve varlığını sürdürme, tüm canlı türlerinin temel sorunu ve birincil uğraşıdır. Bu uğraşın ana stratejisi ise doğal, biyolojik ve toplumsal çevreye uyum sağlamadır. Diğer canlı türlerinde uyum sağlama esas olarak fiziksel ve biyolojik süreçlerde gerçekleşirken, insanın çevreye uyum sağlamasındaki en önemli aracı kültürdür. İşte insanları ve toplumları birbirinden farklı kılan, bir yandan fiziksel (coğrafi şartlar, iklim, yağış rejimleri vb.) ve biyolojik (bitki ve hayvan türleri) bir yandan da toplumsal çevrelerine uyum sağlamada geçirdikleri süreçlerdir. Fiziksel çevreye uyum sağlama, insanın fiziksel ve biyolojik yapısındaki değişimlerle gerçekleşmektedir ve esas olarak fiziksel/biyolojik antropolojinin konusudur [5, C. 10, s. 2]. Biyolojik çevreye uyum sağlama, yani değişen bitki örtüsü ve hayvan dağılışına uyarlanma ise bir yandan fiziksel diğer yandan kültürel (teknolojik, örgütsel) uyarlanmaları gerektireceği için hem fiziksel, biyolojik hem de sosyal-kültürel antropolojinin konusu içine dahil olmaktadır.

Fiziksel antropoloji alanında araştırma ve incelemelerde bulunan bir bilim adamı; insanın evrimsel gelişimini izlerken, türler arasındaki biyolojik çeşitliliğe vurgu yaparak insanı biyolojik bir organizma olarak ele alabilir. Kültürel antropologlar ise kültürle ya da toplumlardaki yaşam tarzlarıyla ilgilidirler. Kültürel antropoloji alanı; özellikle geçmiş kültürlerden kalma maddi nesneleri inceleyerek insan davranışını açıklamaya çalışan arkeologları, kültürleri koruyan ve sonraki kuşaklara aktaran bir araç olarak dil üzerinde çalışan linguistleri (dilciler) ve kültürleri incelenen kişilerle tecrübelerini paylaşarak ve tartışarak kültür üzerinde yoğunlaşan etnologları içine almaktadır [3, Ж. 10, s. 14].

İslami Antropoloji: Bir grup “Müslüman” bilim insanı ve entelektüel, antropoloji ve İslam sözcüklerini farklı biçimlerde bir araya getirerek, hareket noktası, kaygıları ve hedefleri itibariyle İslam antropolojisi yapmaya çalışanlardan tamamıyla farklı bir disiplinin oluşmasına katkıda bulunmuşlardır. İslami antropoloji başlığı altında toplanabilecek bu çalışmaların ana amacı, antropolojiyi İslam’ın ideal ilke ve öğretileri ile uyarlılık arz eden “İslami” bir çerçeveye sokmaktır. Bu girişimin temel dayanak noktası, antropolojinin bir bilimsel disiplin olarak Batı-Hristiyan dünyasının kültürel ve ideolojik öncüllerinden doğuş aldığı varsayımıdır. Bu antropoloji, halen varoluşunu borçlu olduğu Batı sömürgeciliğinin özellikle Ortadoğu/İslam toplumlarına bakışını biçimlendiren oryantalist zihniyetin damgasını vurduğu bir toplum ve insanlık anlayışına sahiptir. Dahası, bu çerçevede yer alan bir fikri perspektifi, “objektif ve evrensel bilim” kisvesi altında tüm insanlığa empoze etmeye çalışmaktadır [6, s. 43].

Konuyu ele alan çalışmaların tümünde paylaşılan bu görüşler, batı antropolojisine karşı konumlandırılan bir “İslami” antropoloji önerisinin hareket noktalarıdır. Örneğin Ahmed, İslami antropoloji alanında çalışacak olanların İslam’ın evrensel prensiplerini benimsemiş olmaları gerektiğini işaret etmiştir. Benzer biçimde Elkholy de Batı antropolojisini, batı dışı toplumları batı terazisinde tartmakla eleştirerek, Müslüman toplumları incelerken İslam’ın ideal kurumlar ve değerler sisteminin kıstas alınmasını önermektedir.

İslami bir antropoloji talebiyle ortaya çıkmış çalışmalara sahip bir diğer antropolog ise İngiliz Müslüman M. Wyn Davies’tir. Ona göre batılı antropolojinin topyekûn reddi gerekmektedir, çünkü bu antropoloji Batı uygarlığının entelektüel gelenek ve söylemi içerisinde kurulmuştur, bunun yanı sıra objektif ve değer yargılarından arındırılmış bir bilim mitosuna sahiptir [7, s. 123]. 

Böylesi özgün bir mekâna ve bu mekânda yeşermiş bir düşünce geleneğine organik biçimde bağlı olan antropolojik yaklaşım ile batılı olmayan toplum ya da halkların hele ki Müslümanların alıp verecekleri bir şey yoktur. Bu bağlamda ona göre yapılması gereken, İslam medeniyetinin sorunlar hakkında İslami düşünme yeteneğini yeniden kazanması ve Batı entelektüel paradigmaları tarafından yüzyıllardır baskı altında tutulan kendine has bilim yapma yollarını yeniden hayata geçirmesidir. İslami antropoloji arayışı İslam’ın değer ve ilkelerine dönme arzusunun başlangıcını oluşturur. Böylece Davies, İslami antropolojinin, antropolojinin İslamileştirilmesinden daha geniş ve kapsamlı bir çerçevede “bilginin İslamileştirilmesi” ile yükümlü olduğunu ileri sürer [8, s. 87].

İslami antropolojinin, batı kökenli antropoloji geleneğine, İslam antropolojisi gibi eleştirel değil, fakat dışlayıcı bir yaklaşım, hatta bir reddiye olduğu söylenebilir. Bu antropoloji, İslam’ın kutsal yazılı kaynaklarından temellendirilmektedir. Bu temel kaynaklar Kur’an ve hadislerdir. Özellikle Kur’an Müslüman düşünürlerin İslami antropolojiyi bir bilim olarak biçimlendirip geliştirecekleri kavramsal çerçeveyi onlara sunmaktadır [8, s. 89]. 

Antropolojinin Müslüman dünyaya intikal ettirilmesinin gerekliliği Kuran surelerine dayanılarak açıklanır. İslami antropoloji, insanın doğası, insan varlığının kökeni, örgütlenmesi ve amacı ile ilgili olarak Kuran’da yer alan bilgiler temelinde yükselir. Ayrıca İslam temelinde bir antropolojinin tesisinde, İbn-i Haldun, İbn-i Batuta, El-Biruni gibi ortaçağ İslam âlim ve tarihçilerinin vücuda getirdikleri bilgiden yararlanılması gereğine de dikkat çekilmektedir. Batı’da 19. Yüzyılda ortaya çıkmadan çok önce, klasik anlamda antropolojinin ilk öncülerinin sözü edilen ortaçağ İslam âlimleri olduğunu ileri süren Ahmed, El Biruni’yi de ilk antropolog olarak nitelendirir.

Sadullaev Farrukh Umedullo o’g’li*

Kaynak: Tirmizi alimlerinin İslam medeniyetinin ve dünya medeniyetinin gelişimine katkılarına ilişkin uluslararası bilimsel çevrimiçi konferansın makale koleksiyonundan

KAYNAKÇA:

  1. ALDRİDGE, A. (2000). Religion in the Contemporary World: A Sociological İntroduction. Oxford. UK. Blackwell Publishers. 
  2. ATAY, T. (2000). “Kavramlar Kargaşası Bilim Dalları Çatışması, Dünyada ve Türkiye’de Sosyal İçerikli Antropolojiyi Adlandırma Sorunu”. Folklor/Edebiyat. Sosyal Antropoloji Özel Sayısı.
  3. EMİROĞLU, K. ve AYDIN, S. (2003). Antropoloji Sözlüğü. Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.
  4. GLAZİER, S. D. (2005). Din Antropolojisi. Din Toplum ve Kültür. (Der. ve Çev: Ali Coşkun). İstanbul: İz Yayınclık.
  5. JEEVES, M. (2010). Din Psikolojisi. (Çev: Ahmet Albayrak). Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi. C.10, S: 2.
  6. MORRİS, B. (2004). Din Üzerine Antropolojik İncelemeler. (çev: Tayfun Atay). Ankara: İmge Kitabevi Yayınları.
  7. ÖZBEK, M. (1997). “İnsanın Öyküsü”, Bilim ve Ütopya. S: 40.
  8. YILDIRIM, E. (2003). “Sosyolojik Pozitivizm ve Teoloji Arasında Müphemleşen Din Sosyolojisi”. DPÜ Sosyal Bilimler D S: 2.

Izoh qoldirish