15.01.2025

"TİRMİZİ” NİSBESİYLE MEŞHUR OLAN TİRMİZLİ KELAM ALİMLERİ

 

Özet

Gelişen ve değişen dünyada tarihi seyir içerisinde ilimlerin bir bütün olarak incelenmesinde terminolojik ve metodolojik sorunlarla karşılaşıldığı görülmüştür. Bu anlamda teknolojik çağ olarak adlandırmış olduğumuz günümüzde de bu sorunun hala devam ettiğini söylemek mümkün olmaktadır. Kavram kargaşasının ortaya çıkması ve üslup açısından farklı sorunların görülmesinde, geçmiş selef alimlerin multidisipliner kişiliklere sahip olması da etkili olmuştur denilebilir. Ek olarak çok yönlü alim ve şahısların farklı meziyetlerinden ziyade bazen tek bir yönünün ağır basması ve o şekilde tanınması da diğer bir sorun olarak zikredilebilir. Maveraünnehir mektebinde еtişen birçok alim de işte bu zan doğrultusunda değerlendirilmelidir. Zira her ne kadar mahdut olması hasebiyle insanoğlu tek bir alanda tam anlamıyla uzmanlaşabilse de çağın gereği ansiklopedik şahsiyetler olarak nitelediğimiz farklı bölgelerde yaşayan alimler günümüzde de olduğu gibi kendi alanlarında uzmanlaşana kadar diğer disiplinlerle ilgili de eğitimler aldıkları bilinmektedir. Bu doğrultuda Ebû Îsâ Muhammed b. Îsâ b. Sevre (Yezîd) et-Tirmizî (ö. 279/892)[1] gibi birçok alimlerin iman ve kader gibi konularda zikretmiş olduğu rivayet ve şerhler[2] mevzubahis iddianın ispati mahiyetindedir denilebilir.

Anahtar Kelimeler: Tirmizi, Maveraünnehir, Kelam, Terminoloji, Metodoloji, Multidisipliner, Ansklopedik

 

Summary

It has been seen that terminological and methodological problems have been encountered in the study of the sciences as a whole in the historical course of the developing and changing world. In this sense, it is possible to say that this problem still persists today, which we have called the technological age. It can be said that the fact that the past predecessor scholars had multidisciplinary personalities was also effective in the emergence of conceptual confusion and seeing different problems in terms of style. In general, the quality of another problem is emphasized, in which only one trait is sometimes more conspicuous and so known than the various qualities of a versatile scientist and person. Many scholars who have grown up in the Maveraunnehir school should also be evaluated according to this assumption. Because although human beings can literally specialize in a single field due to their limited nature, it is known that scholars living in different regions, whom we consider encyclopedic personalities by the requirements of the era, also receive training in other disciplines until they specialize in their fields, as they do today. In this direction, Abu Isa Muhammad ibn Isa ibn Sevre (Yazid) Etirmizi (b 279/892), it can be said that the narrations and commentaries that many scholars have mentioned on issues such as faith and fate are proof of this claim. 

Keywords: Tirmizi, Maveraunnehir, Kalam, Terminology, Methodology, Multidisciplinary, Encyclopedic

Giriş:

Hayatın imar ve inşası için dünyaya gönderilen[3] insanoğlu hayatı boyunca ilmin ve insanın gelişimi için önemli görülen tecrübeler kazanmış ve bunları gelecek nesillere aktarmaya çalışmıştır. Fakat bu bilgi ve tecrübeler kişinin yaşadığı dönem ve çevre ile doğrudan ilgili olmuştur. Binaenaleyh günümüzde mevcut olan tecrübe ve hakikatlerin özümsenmesi anlamında bölgelerin oldukça önemli bir rolü görülmüştür. Tirmiz şehri de ilim dünyasına kazandırmış olduğu alim ve onların kalemine ait eserleri ile birlikte böylesi konumda olan bölgelerden biri olagelmiştir. Hicri III. ve IV. asırlarda Buhara ve Semerkant mektepleri ilmi anlamda bilim dünyasına sunmuş olduğu katkıları ile anılırken, Türkistan (Orta Asya) diyarlarına İslam’ın girmesinde köprü vazifesi gören Tirmiz şehrinin de öneminden bahsetmek durumunda kalınmaktadır. Zira Halid b. Ziyad et-Tirmizi (ö. 800), Muhammad b. Hamid et-Termizi (d. 830), Muncik et-Tirmizi (ö. 1001), Mevlana Yakub-ı Çerhi et-Tirmizi (ö. 1447), Hace Hasan Attar et-Tirmizi (ö. 1423), Muhammed Zahid Vahşivari et-Tirmizi (ö. 1530), Seyid Ali et-Tirmizi (ö 1583), Muhammed Salih Keşfi et-Tirmizi, Sabir Seykeli Hisari Çağani et-Tirmizi (ö. 1798), Mevlevi Cununi Çağani et-Tirmizi (ö. 1877) gibi Tirmiz şehrinde doğup büyümüş ve ilim dünyasına sunmuş olduğu katkılarından ötürü namından söz ettirmiş kişilerin sadece tek bir alanla ya da disiplinle sınırlandırılması yanlış olarak değerlendirilebilir. Bu anlamda hadis alanında en az Buhari, Darimi ve Muslim gibi muteber sayılabilecek isim olan Ebû Îsâ Muhammed b. Îsâ b. Sevre (Yezîd) et-Tirmizî (ö. 279/892)’nın da çalışmalar doğrultusunda sadece muhaddis olarak değil aynı zamanda kelam açısından da bilgili ve birikimli olduğu kendi rivayetlerinde görülmüştür. Binaenaleyh Tirmiz şehrinin bünyesinde еtiştirmiş olduğu bu ve benzeri isimleri üzerinden bölgenin sadece hadis alanında değil akait alanında da önemli tecrübeleri aktardığı müşahede edilmiştir. 

  1. Neseb, Nisbe ve Ensab Geleneği

Ensâb “soy” anlamına gelen neseb kelimesinin çoğuludur. Bir görüşe göre yalnız baba tarafından, diğer bir görüşe göre ise hem baba hem anne tarafından olan akrabalık bağına nesep denilir. Neseb, nüsbe ve nisbe kelimeleri bir kabileye veya bir beldeye mensup olmayı da ifade eder. Nesep bilgisi (ilmü’l-ensâb) konusunda uzmanlaşmış kimseye nessâb yahut nessâbe adı verilir. Nesep yakınlığı ülke, meslek, sanat mezhep ve tarikat gibi hususlarla da ilgili olabilir. Nesep kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de “soy” anlamında iki еrde geçmektedir: “Sudan (meniden) bir insan yaratıp onu nesep ve sıhriyete (kan ve evlilik bağından doğan yakınlığa) dönüştüren O’dur”[4]; “Allah ile cinler arasında bir nesep birliği uydurdular”[5]. Ensâb kelimesi de bir âyette aynı anlamda kullanılmıştır: “Sûra üflendiği zaman artık aralarında akrabalık bağları (ensâb) kalmamıştır; birbirlerini de arayıp sormazlar”[6]. Araplar Câhiliye devrinde olduğu gibi İslâmî dönemde de ensâb bilgisiyle temayüz etmişler ve Arap olmayanlara karşı bu bilgileriyle övünmüşlerdir. Bazı müellifler ensâb bilgisi için “ilim” kelimesini kullanmışlar, hatta bir kısmı bu ilmi “yüce ve üstün ilim” gibi ifadelerle tanımlamışlardır. Ensâb bilgisi Câhiliye devri Araplarının şiir, hitabet, eyyâmü’l-Arab ve ahbâr gibi kültürlerinin en önemli parçasıydı. Onların ensâb bilgisine verdikleri önem, içinde yaşadıkları siyasî ve sosyal şartların bir sonucuydu[7].

  1. Ebû Îsâ Muhammed b. Îsâ b. Sevre (Yezîd) et-Tirmizî (ö. 279/892)’nın Süneninde İman Konusu İle İlgili Geçen Hadisler 
    1. Allah’a İman İle İlgili Naklettiği Rivayetler

2606. Hadis: Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Bu insanlarla Allah’tan başka ilah yoktur deyinceye kadar savaşmakla emrolundum Allah’tan başka ilah yoktur dediklerinde mallarını ve canlarını benden kurtarırlar ancak gizli durumlarının hesabı Allah’a kalmıştır.” (Nesâî, Tahrimüddem: 1; Müslim, İman: 8)[8]

Bu konuda Câbir, Sa’d ve ibn Ömer’den de hadis rivâyet edilmiştir. 

Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir demiştir. Ek olarak burada Tirmizi sadece rivayet tenkidi değil aynı zamanda akait açısından da bir değerlendirmede bulunmuştur. Bu hususta iddianın kanıtı mahiyetinde eserinde zikrettiği diğer bir rivayet de önem arz etmektedir. 

2617. Hadis: Ebû Saîd (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Bir kimsenin mescidle ilgilenip oraya gidip geldiğini görürseniz onun imanına şâhid olunuz. Çünkü Allah: Kur’an’ı Kerimin Tövbe suresinin dokuzuncu ayetinde şöyle buyurur: Allah’ın mescidlerini ziyaret etmek yahut onları onarıp gözetmek, canlı tutup, zirvede kalmasını sağlamak ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan, namazlarında dosdoğru ve devamlı olan, zekatlarını veren Allah’tan başka kimseden korkup çekinmeyen kimselere aittir. İşte doğru yola ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır” buyuruyor[9].

Tirmizî: Bu hadis hasen gariptir demiştir. Bu Tirmizi’nin kelam açısından bir birikimini göstermektedir. Zira kelam açısından bakıldığında kişinin imanının belirtisi sadece mescitle sınırlı olmadığı kanaatine varılır. Hadis açısından da bu rivayetin sadece teşvik amaçlı nakledildiği ve bu sebepten ötürü Tirmizi’nin eserinde hasen kategorisinde zikrettiğini görmek mümkün olmaktadır. Bu ve benzeri örneklerle Tirmizi’nin sadece muhaddis olmadığını, fakat hadis alanındaki tecrübelerinin diğer alanlardaki meziyetlerini gölgede bıraktığını söyleyebiliriz. 

  1. Meleklere, Kitaplara, Peygamberlere, Ahirete ve Kadere İman İle İlgili Naklettiği Rivayetler ve Değerlendirmeleri

2644. Hadis: Ebû Zerr (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Cibril bana geldi ve Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayarak ölen kimsenin Cennete gireceğini müjdeledi. Zina etse de hırsızlık yapsa da mı?” Dedim. “Evet” buyurdular[10].

Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Bu konuda Ebû’d Derdâ’dan da hadis rivâyet edilmi tir.

2610. Hadis: Yahya b. Ya’mur (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Kader konusunu inkâr konusunda ilk konuşan kişi Ma’bed el Cühenî idi, nihayet ben ve Humeyd b. Abdurrahman el Hımyerî ile birlikte çıkıp Medîne’ye kadar geldik. Peygamber (s.a.v.)’in ashabından bir kişi ile karşılaşırsak ona u kimselerin ortaya çıkardıkları kader konusunu soracağız dedik. Derken Abdullah b. Ömer ile karşılaştık mescidden dışarı çıkıyordu arkadaşımla birlikte onun yanına vardık. Arkadaşımın bu konuda konuşmayı bana bırakacağına inandığım için İbn Ömer’e: Ey Ebû Abdurrahman: Bazı kimseler Kur’ân okuyorlar ve ilimde derin meselelere dalıyorlar kader diye bir şeyin olmadığını her işin hemen o anda meydana geliveren bir durum olduğunu söylüyorlar. Abdullah b. Ömer öyle dedi: Onlarla bir daha karşılaşırsan benim onlardan uzak olduğumu onların da benden uzak olduklarını kendilerine haber ver. Abdullah’ın еminle söyleyebileceği bir gerçek varsa oda şudur: Onlardan biri Allah yolunda Uhud dağı kadar altın harcasa kadere ve kaderin hayrına ve şerrine iman etmedikçe kendisinden kabul edilmez.

Yahya b. Ya’mur dedi ki: Sonra Abdullah b. Ömer bir hadis anlatmaya başladı ve dedi ki: Ömer b. Hattâb şöyle demiştir: Bir zamanlar Rasûlullah (s.a.v.)’in yanında idik. Bu esnada elbisesi bembeyaz saçları simsiyah bir adam çıkageldi. Üzerinde yolculuk izleri görülmüyordu, içimizden hiçbir kimse de kendisini tanımıyordu. Bu kimse Rasûlullah (s.a.v.)’in yanına geldi dizini Rasûlullah (s.a.v.)’in dizine yapıştırdı ve Ey Muhammed! İman nedir? Diye sordu. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ahiret gününe, hayır ve şerri ile kadere inanmaktır. Sonra o adam İslam nedir? diye sordu. Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in, Allah’ın kulu ve elçisi olduğuna şehâdet edip namazı kılmak zekât vermek haccetmek ve Ramazan orucunu tutmaktır. Sonra o adam ihsan nedir? Diye sordu. Rasûlullah (s.a.v.) de şöyle buyurdu Allah’ı görür gibi ibadet etmendir. Sen onu görmesen bile o seni her an görmektedir. Ömer dedi ki: Tüm bu sorduğu sorularda Rasûlullah (s.a.v.)’in cevabı üzerine o kimse hep “doğru söylüyorsun” diyordu. Biz de bu adama hayret ettik hem soru soruyor hem de doğru söyledin diyerek tasdik ediyordu. O adam tekrar sordu: Kıyamet ne zaman kopacaktır? Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: Kıyamet hakkında soru sorulan kişi; soran kişiden daha bilgili değildir. Bu sefer o adam kıyametin alametleri nedir? Diye sordu. Rasûlullah (s.a.v.)’de şöyle buyurdu: Cariyenin hanımefendisini doğurması, (yani doğan çocuklar ana ve babalarına köle muamelesi yapacaklar) yalın ayak çıplak ve fakir koyun çobanlarını yaptırdıkları binalarla boy ölçüşürken görmendir. Ömer dedi ki: Bu olaydan üç gün sonra Rasûlullah (s.a.v.), benimle karşılaştı ve Ey Ömer! O soru soran kim idi! biliyor musun? O Cibril idi, size dini konuları öğretmeye gelmişti.[11]

Ahmed b. Muhammed, İbnü’l Mübarek vasıtasıyla Kehmes b. Hasan’dan aynı senedle bu hadisin bir benzerini rivâyet etmiştir. Bu konuda Talha b. Ubeydullah, Enes b. Mâlik ve Ebû Hüreyre’den de hadis rivâyet edilmiştir. 

Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir demiştir. Bu rivayetten de malum olunacağı üzere Tirmizi sadece rivayet tenkidi değil aynı zamanda iman, islam, kıyamet ve kıyamet alametleri gibi kelami konularla ilgili de açıklamalar yapmıştır. Bu açıklamaları Maturudi geleneği doğrultusunda hazırlanan akait kitaplarında da sıkça kullanılmıştır. 

  1. Tirmizli Diğer Kelam Alimlerinden Bazıları
    1. Ya‘Kūb-İ Çerhî

Günümüz sınırlarına göre Afganistan’ın Lûgerd (Logar) vilâyetinin Çerh köyünden Türkistan sınırlarına göre Tirmizdendir. Babası takvâ sahibi bir kişiydi ve ataları Çerh yakınlarında Serrez köyünde yaşamıştı. Gençliğinde rüyasında Hızır’ı gördüğünü ve onun tavsiyesiyle ilim tahsiline başladığını söyleyen Çerhî bir süre Herat’ta dinî eğitim gördü. 782’de (1380) Buhara’ya gidip tefsir ve fıkıh okudu, fetva verme icâzeti aldı. Bir süre sonra Mısır’a gitti ve Şehâbeddin es-Sayrâmî’nin talebesi oldu. Zeyniyye tarikatının pîri Zeynüddin el-Hâfî bu dönemde onun ders arkadaşlarındandı. Çerhî Buhara’ya döndüğünde Bahâeddin Nakşibend’e intisap etti. Onun vefatı üzerine on bir yıl halifesi Alâeddin Attâr’ın sohbetlerine devam etti. Alâeddin Attâr’ın vefatının (802/1400) ardından Hisârışâdmân (bugün Tacikistan’ın başkenti Duşanbe) yakınlarındaki Hülgatû köyünde kurduğu tekkede irşad faaliyetine başladı. En önemli müridi Nakşibendiyye’nin yayılmasında büyük hizmeti olan Ubeydullah Ahrâr’dır. Ya‘kūb-i Çerhî’nin vefat tarihi kaynaklarda 838 (1434) veya 851 (1447) olarak gösterilmişse de çoğunlukla 851’de öldüğü kabul edilmektedir; kabri Hülgatû köyündedir[12]. Fetva verme icazetine kadar alan eğitimi ve irşat faaliyetlerindeki duruşu ile beraber tasavvufi yaklaşımlarıyla anlaşılacağı üzere Ya’kub-ı Çerhi et-Tirmizi de aynı zamanda kelam anlamında еtkin kişilerden biridir. Eserlerinden biri olan “Şerḥ-i Esmâʾü’l-ḥüsnâ” her ne kadar küçük bir risale olsa da alimin görüşlerini tanımak ve tanıtmak için еterli olmaktadır. 

  1. Ebû Abdillâh Muhammed b. Alî b. Hasen et-Tirmizî (ö. 320/932)

Tirmiz’de muhtemelen III. (IX.) yüzyılın başlarında doğdu. Hayatını ve geçirdiği ruhî gelişmenin önemli bir kısmını anlattığı Büdüvvü şeʾn adlı risâlesinde, “kaderinin mutlu bir tecellisi ve iyi bir hoca” diye tanımladığı bir zatın kendisini ilme teşvik ettiğini söyler. Küçük yaşlardan itibaren kendisinden naklî ve aklî ilimleri öğrendiği bu hocanın bir hadis âlimi olan babası olması çok muhtemeldir. Hakîm, Tirmiz ve Belh’te birçok muhaddisten hadis dersleri aldı ve seçkin bir Hanefî fakihinden fıkıh öğrendi[13]. Bununla beraber birçok mutasavvıftan tasavvuf dersleri aldı. Ek olarak Hakîm et-Tirmizî kendine mahsus bir üslûpla nakille aklı bağdaştırmaya, naklî ilimleri aklî bir temele dayandırmaya çalışmıştır. Özellikle Helenistik felsefeden ve gnostisizmden gelen hikmet anlayışını tasavvufa aktararak bu hareketin еni bir döneme girmesine katkıda bulunmuş ve bu sebeple “Hakîm” diye anılmıştır[14]. Hakim et-Tirmizi’nın kelam alanındaki görüşleri incelendiğinde bu bölgede Maturudilik öncesinde de sistemleşmiş bir akait disiplininin mevcut olduğundan söz edilebilir. Zira İmam Maturudi’nin doğum ve ölüm tarihinin Hakim et-Tirmiziden sonra olması, “Te'vîlâtü'l-Kur'ân” eserinde еr alan bir takım bilgilerin aynı zamanda Hakim et-Tirmizi’nin “Bahru’t-Tefsir” eserinde de bire bir benzerinin еr alması gibi etkenler Hakim et-Tirmizi’nin kelami yönünü tanıtmak için еterli olmaktadır. 

 

ALI ASQARHON KOSİMOV,

Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi 

Misafir Öğretim Görevlisi

 

 

 

KAYNAKÇA

 

  1. Abdülfettah Abdullah Bereke, “Hakim et-Tirmizi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1997), 15c. 196-199.
  2. Arif Nevşahi, “Yakub-ı Çerhi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2013), 43c. 281-282 s.
  3. Furkān 25/54.
  4. Kur’ân-ı Kerîm Meâli, çev. Halil Altuntaş – Muzaffer Şahin (Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2009) En’am 6/165, Yunus 10/14.
  5. M. Yaşar KANDEMİR, “Tirmizi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2012), 41c. 202-204 s.
  6. Mustafa Fayda, “Ensab”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1995), 11c. 244-249.
  7. Mü’minûn 23/101.
  8. Sâffât 37/158.
  9. Tirmizî, a.g.e, c.V,s.12.
  10. Tirmizî, a.g.e, c.V,s.6.
  11. Tirmizî, a.g.e,c.V, s.27.
  12. Tirmizî, Ebû Đsa Muhammed b. Đsa b. Sevre es-Sülemi, es-Sünen, Çağrı yay, c.V, Đstanbul, 1992, s.3.
  13. Ubaydullah AKBULUT, “Kelam Açısından Tirmizi ve Nesai’nin Sünenlerinde Geçen İman İle İlgili Hadislerin Değerlendirilmesi” (Konya: Selçuk Üniversitesi Temel İslâm Bilimleri Anabilim Dalı Kelam Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, 2009), 1-121s.
  14. Zehebî, Aʿlâmü’n-nübelâʾ, XIII, 439; Sübkî, II, 245.

 


 

[1] M. Yaşar KANDEMİR, “Tirmizi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2012), 41c. 202-204s.

[2] Ubaydullah AKBULUT, “Kelam Açısından Tirmizi ve Nesai’nin Sünenlerinde Geçen İman İle İlgili Hadislerin Değerlendirilmesi” (Konya: Selçuk Üniversitesi Temel İslâm Bilimleri Anabilim Dalı Kelam Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, 2009), 1-121s.

[3]Kur’ân-ı Kerîm Meâli, çev. Halil Altuntaş – Muzaffer Şahin (Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2009) En’am 6/165, Yunus 10/14.

[4] Furkān 25/54

[5] Sâffât 37/158

[6] Mü’minûn 23/101

[7] Mustafa Fayda, “Ensab”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1995), 11c. 244-249

[8] Tirmizî, Ebû Đsa Muhammed b. Đsa b. Sevre es-Sülemi, es-Sünen, Çağrı yay, c.V, Đstanbul, 1992, s.3.

[9] Tirmizî, a.g.e, c.V,s.12.

[10] Tirmizî, a.g.e,c.V, s.27.

[11] Tirmizî, a.g.e, c.V,s.6.

[12] Arif Nevşahi, “Yakub-ı Çerhi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2013), 43c. 281-282s.

[13] Zehebî, Aʿlâmü’n-nübelâʾ, XIII, 439; Sübkî, II, 245

[14] Abdülfettah Abdullah Bereke, “Hakim et-Tirmizi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1997), 15c. 196-199

Izoh qoldirish