20.01.2025

HADİTH INVESTİGATİONS IN HANAFİS – THE EXAMPLE OF KÂSÂNİ

When the terms used by Kasani about sunnah and hadith are examined, it is seen that he wrote the method of jurists and hadith scholars. While Kasani adopted the Hanafi jurists' method of the news being famous through deeds, he also took into consideration their famousness through narration. Although he accepted the Hanafis' division of news as mutawatir, mashhur and strange / ahad, he also divided these terms into two as narration and action. Just as he divided mutevatir into two as naklî and amalî and mashoor as naklî and amalî, he also used some terms that can be called as the subbranches of mashoor. He also regarded ahad/garib khabar as makbool, shaz, and mardud. Kasani dealt with the riwayats with regard their being evidence for the jurisprudence; though, he also evaluated them on the basis of their narrators, isnad and tarik differences. Kasani did not confine himsel to writing the hadiths used by the Hanafis as evidence, he also quoted the evidence of different sects, and by indicating the differences of the context, made some analyses on ihtilafu’l-hadith. Kasani followed the method of Hanafi jurists, еt he preferred tevakkuf, the method of the hadith scholars, instead of tasâkut in resolving the taaruz/conflict of the narrations and interpreted the riwayats.

Kasânî’nin sünnet ve hadise dair kullandığı ıstılahlar incelendiğinde fakihlerin ve muhaddislerin yöntemini telif ettiği görülür. Kasânî, Hanefî fakihlerin haberin amelle iştiharını esas alma yöntemini benimsemekle birlikte haberin naklen iştiharını da dikkate almaktadır. O, Hanefilerin mütevâtir, meşhûr ve garip/ahad şeklinde haber taksimini kabul etmekle birlikte bu ıstılahları da kendi içinde nakli ve ameli olarak ikili taksim etmiştir. Mütevâtiri; nakli ve amelî mütevâtir, meşhûru da, nakli ve amelî taksime tabi tutması yanında, müstefiz ve ma’rûf gibi meşhûrun alt kısımları diyebileceğimiz ıstılahları da kullanmaktadır.Ahad/garib haberi de makbul, şâz ve merdud olarak kabul etmektedir.Kasânî rivayetleri fıkhi hükme delil olması açısından ele almakla birlikte; ravisi, isnadı ve tarik farklılıkları üzerinden de haberi değerlendirmektedir. Kasânî eserinde sadece Hanefî mezhebinin delil aldığı hadisleri nakletmekle еtinmemiş farklı mezheplerin delillerini de zikrederek bu konuda ravilerin rivayetlerde metin farklılıklarına işaretle tahlil etmiş ve ihtilafu’l hadise dair çözümlemeler yapmıştır. Kasânî Hanefî fakihlerin yöntemini takip etmekle birlikte rivayetlerin tearuzunu çözmede, tesâkut еrine muhaddislerin yöntemi olan tevakkufu tercih etmiş ve rivayeti yorumlamıştır.

1.Giriş

Alâeddin Ebû Bekr b. Mesûd b. Ahmed el-Kasânî (ö.587/1191), ilmi hayatını büyük oranda Buhârâ’da tamamlamıştır. Hocaları arasında Ebu’l-Yusr el-Pezdevî (ö. 493/1103), Ebu’l-Muîn en-Nesefî Meymûn Mekhulî, Sahibu’l Hidaye Dıyâuddin Muhammed b. el Huseyn, Suhaketî ve Alâuddîn es-Semerkandî (ö.539/1144) sayılmaktadır. Kasânî’nin hocası ve kayın pederi olan es-Semerkandî bu dönemde Hanefi mezhebine ait usûl ve furû geleneğinden farklı görüş ve yaklaşımlara sahip olduğu bilinen Maveraünnehir Semerkant okulunun en büyük otoriterilerinden biri kabul edilmektedir. Kasânî sünnet ve hadise bakışında Mevareaünnehir âlimlerinde tahsilini tamamlaması ve özelde Hanefî Mâtüridî mezhebine mensup hocası Semerkândî’nin etkisi çok fazladır. Semerkandî’nin kızı Fatma ile de Buhâra’da evlenmiştir. Hanefi fıkhına dair Bedâiu’s-Senâî adlı eserini bu bölgede telif etmiştir[1].

Kasânî’nin çocukluğu ve gençliğinin geçtiği Türkistan’da savaşlar, siyasi mücadeleler ve buna bağlı sebeplerle döneminde âlimlere siyasi baskılar uygulanmıştır. Bu baskılar âlimlerin farklı bölgelere göçlerinde etkili olmuştur.  Kâsânî de, bu sebeplerle Semerkand, Konya ve Halep gibi dönemin önemli ilim merkezlerinde yaşamıştır. Özellikle Halep’te Halaviye medresesinde uzun yıllar öğretim yaparak birçok Hanefî âlimin еtişmesine vesile olmuştur. Bu ilmi seferler kendisini fıkıh ilmi yanında hadis ilminde de söz sahibi kılmıştır. Halaviye medresesinde Halep’te Hanefi Matüridî geleneğin yayılmasında bu öğrencilerinin etkili olduğunu ifade edebiliriz. Hicri altıncı asırda yaşayan Kasânî (ö. 587/1191) Hanefî mezhebinin önemli fakihlerinden ve birçok önemli âlimin hocasıdır[2].

Araştırma Kasânî’nin kullandığı sünnet ve hadise dair ıstılahları ve görüşlerini örnekler üzerinden değerlendirmeyi amaçlamaktadır.

2. Kasânî’nin Hadis Istılahlarını Kullanımı

Kasânî, haberi, sıhhat açısından uygulama ve nakilde haberin iştiharını esas almış; mütevâtir, meşhûr ve ahâd/garip olarak üç kısma ayırmıştır. O hadisin nakil ve amel açısından yaygınlığına nispeti ile bu taksimi kendi içinde ikili taksim etmiştir[3].  Onun fakihleri ve muhaddislerin hadis sıhhat belirleme yöntemini telif etme çabası önemlidir.

2.Sünnet 

Kasânî’ye göre sünnet Hz. Peygamber’in birkaç defa yapıp terk etmesi dışındaki sürekli yaptığı ameldir. Edep ise birkaç defa yaptığı şeydir[4]. Sünnet-i meşhûre ise sahabe icması ve imamların uygulamasıyla zekât’ın kimden alınıp verileceğini bildiren Muaz hadisi delildir[5].

Kasânî sünnetle kastı mahsusu Hz. Peygamber’in sürekli uygulamalarıdır. Bununla birlikte Kasâni Abdullah b. Eşec’den nakille “zekât vermede altını gümüşe gümüşü de altına eklenmesi ashaptan sünneti maziyedir” açıklamasıyla sünnet, Hz. Peygamber döneminden beri süregelen ve nesilden nesile aktarılan еrleşik uygulamalar olarak anlaşılmaktadır [6].

Kasânî, teşrik tekbirleri Kerhî’ye göre sünneti maziyedir demekte, arkasından sünnete dair şu açıklamalara еr vermektedir: “Mutlak olarak sünnet isminin, vacip için kullanılması caizdir (mümkündür). Çünkü sünnet razı olunan yol veya güzel sirettir. Bütün vacipler de bu sıfatı taşır”[7]. Buradan hareketle onun sünneti uyulması vacip hükümler anlamında gördüğü söylenebilir. Kasânî bu hususta sünnetle kastedilenin özelde Hz. Peygamber’in tatbikatı olduğuna şu şekilde işaret etmektedir: Mütevâtir sünneti terk etmek İslâm’ın şiarından olmasa da günahtır. Ebû Hanife’nin sünneti vaciple açıkladığını görmüyor musun? Ki o şöyle diyor: Sünnette hata ettiler ve muhalefet ederek günaha düştüler! Günah, vacip olanı terkine terettüp eder/olanın terkinde söz konusu olur[8]. İbn Abbas’a yolcunun namazı sorulduğunda onun verdiği cevap da bu anlamı güçlendirmektedir. O da “ikişer rekât kılınır. Kim sünnete muhalefet ederse küfre düşer dedi. Yani itikadi açısından değil fiilen düşer demektedir[9].

Kasânî, her haberin sünnet değeri olmadığını, sünnetle kastedilenin Hz. Peygamber'in sürekli tatbikatına tekabül ettiğini nakleden Cabir hadisini dikkate alır. Teyemmümün şekli konusunda sünnet olan Ammar hadisi değil Cabir hadisidir açıklamasıyla her haberin sünnet değeri olmadığı gibi sünnetle kastedilen Hz. Peygamber’e ait sürekli tatbikatını işaret etmektedir[10].

Kasânî, âlimlerin geneline göre namazda sağ elin sol el üzerine konulmasının sünnet olduğu bilinirken sünnet Malik’in elleri yana bırakmayı sünnet[11]. kabul etmesini eleştirmektedir.

Şeybânî’nin eserlerinde sünneti, Hz. Peygamber, hayırlı nesil olduğunu ifade ettiği sahabe ve tabiûn ve tebe-i tabiûnun umumi uygulamaları olduğunu tespit ettiğini söyleyebiliriz[12]. Hanefi usulcüler, sünneti Hz. Peygamber ve sahabe-i kiramın umumi uygulamaları şeklinde tanımladığını belirtir[13]. Kasânî’nin sünneti, Hz. Peygamber’in sürekli yaptığı uygulamaları olarak değerlendirmesi ile de hadis ehlinin anlayışını benimsediğini ifade edebiliriz.

2.1.Mütevâtir

Kasânî, tevâtürü rivayet ve amel olarak iki kısma ayırır. Mütevâtirin birincisi rivayet yönüyledir ki nakilde bir cemaatin yalan üzere bir araya gelmelerinin imkânsız olacak kadar çok olması şeklinde tanımlar. Mütevâtirin ikincisi her nesilde uygulamaya engel ya da bilinmediğine dair onunla ameli önleyici itiraz veya marûf bir uygulama ile oluşan tevatürdür.  itiraz veya bir engelin çıkmadığı ameldir. Kitabı, mütevâtir sünnet nesh eder, demektedir. Kasânî, İmam Muhammed’in görüşüne atıfla konuya dair şu açıklamaları getirir: Bu tür uygulamalar iştihar eder istifaza eder, ona göre peş peşe olmaksızın haberlerle mütevâtir olur.  Çünkü tevatürle sabit olan görme duyma duyularla hissedilen biridir [14].

2.1.1.Mütevâtir Hadis

Kasânîye göre mütevâtirin birinci şekli rivayet yönüyledir ki yalan üzere bir araya gelmeleri imkânsız olacak kadar çok kişinin naklettiği hadistir. Buna örnek olarak kıblenin neshi gibi, bazı âlimler miras ayetini Hz. Peygamber: “Allah her hak sahibine hakkını verdi. Varise vasiyet yoktur” hadisinin neshi örneğini vermektedir[15].

Kasânî mütevâtirin tanımı bağlamında Şafiîye de tenkitler yöneltmiştir: Kasânî’ye göre besmelenin mushaflarda yazılmış olması ile tevatürle sabit Fatiha’dan bir ayet olup olmadığı hakkında âlimler ihtilaf etmişlerdir. Kûfeliler onu Fatiha’dan saymışlar, Basralılar onu Fatiha’dan kabul etmemişlerdir. Bu hususta tevatürün olmadığına ve şek ve şüphenin varlığı sebebiyle onun Fatiha’dan olup olmadığı tespit edilemez demektedir. Buna delil Ebû Hüreyre Kur’an’da otuz ayet vardır sahibine şefaat ederse bağışlanır dedi ve Tabâreke suresini okudu” bu tam otuz ayet olduğu hususunda kâriler ve diğer âlimler ittifak halindedir. Şayet besmele Tabâreke suresinden ayet olsaydı otuz bir olurdu[16].

2.1.2.Mütevâtir           Amel

Kasânî’ye göre Mütevâtir amel, uygulamanın zahir olması yanında mezhep imamlarının da hakkında ihtilaf etmeyerek ameli fetvalarına delil aldıkları hususlardır. Bunun gibi ameli tevatürlere uymak kesinlikle vaciptir. Bu tür amellerle Kitabın neshi rivayetin tevatüren naklinde olduğu gibi caizdir. Bu iki mütevâtir arasında fark mütevâtir haberi inkâr eden küfre girerken, amelle mütevâtirliği ortaya çıkanı inkâr eden usûli fıkıhta bilindiği üzere küfürle itham edilmez. Bu tür Mütevâtir sünneti terk etmek İslâm’ın şiarından olmasa da kötülüğü gerektirir. Kâsânî’ye göre Ebû Hanife’nin “Sünnette hata ettiler ve muhalefet ederek günaha düştüler! Günah, vacip olanı terk etmekle gerekir.” sünneti vaciple açıklaması da bunun delilidir[17].

Kasânî ezân ve kamette kıbleye dönme uygulamasını bu tür mütevâtir habere örnek vermektedir. (Kasânî rüya’nın da Nebinin ayı ile vahye benzer olduğu düşüncesiyle) Ezânın semadan inişi, fiil (amelde) ve icmâ-ı ümmette bu yöndedir. Kıbelye yönelmeden ezan ve kamet okunsa maksat; ilâm еrine gelir. Fakat mütevâtir sünneti terk etmek, mekruhtur. Ezanda salât ve felah kelimelerinde müezzin sağa ve sola döner, ezanın semadan inişi de böyledir[18].

İkinci örnek olarak imam dışında üç cemaat varsa imam ileri durur Hz. Peygamber'in fiili ve ümmetin ameli de böyledir. Ebû Yûsuf’tan rivayetle Abdullah b. Mesûd, Alkame ve Esved’in ortalarına durarak namaz kıldırdığını, Hz. Peygamber de bize bu şekilde kıldırdı dediğini nakletmektedir. Bize göre Hz. Peygamber, Enes ve еtime onlar arkasında olduğu halde namaz kıldırmıştır. Bu Ali ve İbn Ömer’in de görüşüdür. Abdullah b. Mesûd’un “Hz. Peygamber bize böyle yaptı” sözü hadise ziyadedir.  Rivayetlerin genelinde bu kısım sabit olmamıştır dolayısıyıla geriye sadece fiil kalır. Bu durum İbrahim en-Nehâî’nin de ifade ettiği gibi Abdullah b. Mes’un bu fiili de еrin darlığına hamledilir. İbrahim en-Nehâî Abdullah b. Mesud’u ve görüşünü en iyi tanıyan kişidir[19].

 

2.2.Meşhûr

Kasânî meşhûr ıstılahını meşhûr hadis, meşhûr amel, müstefiz ve marûf gibi alt kısımlara ayırmaktadır. Bu konuda amel ile yaygınlaşan hadis ya da sünnetin uygulamada yaygınlaşması açısından nakil ve amel ayrımına gittiği görülmektedir.

2.2.1.    Meşhûr Hadis

Kasânî’ye göre meşhûr hadis, yaygın uygulamaya delil alınan hadistir. O şu örneklerde hükmün meşhûr hadise dayandığını ifade   etmektedir.

Mestlere mesh etmek[20], bayramda еdi tekbir dışında namazda ellerin kaldırılmayacağı[21], namazda kahkahayla gülenin abdest ve namazını iade etmesi ve tebessüm edene bir şey gerekmeyeceği[22], Yezîd ve oğlu Ma’n arasındaki sadaka meselesi[23], bir kadının hala veya teyzesi ile aynı anda nikahlanamayacağı[24], cariyenin boşanması ve iddeti[25], süt emzirmeden doğan haramlık[26], Sütten kesildikten sonra süt kardeşliğinin tesis edilemeyeceği[27], buğdayın buğdayla aynı ölçekte ve peşin olarak değiştirilmesinin gerektiği aksi halde faizin tahakkuk edeceğigibi meselelerde hüküm meşhûr hadise dayanmaktadır[28].

Kasânî, asıl bu konuda Hz. Peygamber’in “Had cezaları şüpheli konularda reddedilir” meşhûr hadisidir dedikten sonra hadisin hükmüne dair şu yorumlara еr vermektedir: “Had cezaları mütekâmil olup mütekâmil cinayeti ve zina da nikahsız vajinadan ilişkiyi gerekli kılar. Sabi ve mecnunun bir kadınla birlikte olması halinde, zina tahakkuk etmez. Çünkü mükellef olmadıkları için bu ikisinin fiillerine haramlık vasfı izafe edilemez. Ebû Hanife ve iki arkadaşı, yabancı kadın kendi rızası ile ilişkiye girerse had cezası da gerekmez görüşünde iken Şafiî ve Züfer zina haddi gerekir demişlerdir”[29].

2.2.2.Meşhûr Amel

Kasânî hadisin nakil ile iştiharı yanında amel ile de iştihar edebileceği ve bunun Hanefilerce haberi tespitetmede ve delil almada daha üstün olduğunu dile getirmektedir. O buna dair şu örneği vermektedir: Sırtlanın keskin dişleri sebebiyle meşhûr hadis altına gireceğini ancak bu şöhret rivayet yönüyle değil amel edilmesi yönüyledir. Amel edilmesi yönüyle şöhret, rivayet ettiklerimize göre daha üstündür[30].

Kasânî rivayetleri tespit ve değerlendirmede hem fakihlerin hem de hadisçilerin yöntemlerini tespit ve delil almada kullanmakla birini diğerinin alternatifi görmek еrine mütemmimi gördüğü anlaşılmaktadır. Onun hadis ilmin de meşhurun alt kısımları görülen müstefiz ve Fakihlerin kullandığı ma’rûf kavramını da yaygın haber ve uygulama olarak kullandığı görülmektedir.

2.2.3. Müstefiz Hadis

Kasânî müstefiz haberin kabülüne dair şu açıklamalara еr vermektedir. Bize göre sahabenin ameli ve kabulüyle, Mirac mucizesi, kaderin, hayır ve şerrin Allah’tan olduğu, cennette inananların Allah’ı göreceği, Şefaatin ahiret hayatında varlığı gibi tek kişiden nakledilen haberler gibi istifaza ederek şöhrete ulaşırsa, hükme delil teşkil eder. Suyun yokluğunda şıra ile abdest alınması da bu kabildendir. Alimler bu tür haberlerin kabulünde aynı görüştedir. Bu tür haberlerle de kitap nesh edilir. Bununla birlikte genelde yolculukta şıra bulmak su bulmaktan daha zor olduğu için suya ulaşma imkânı bulunmadığında şıra yok sayıldığı için teyemmüm alınır. Ayette sanki “su ve nebiz bulamadığınızda teyemmüm ediniz” denilmiş gibidir. Adeten sübutu az olması sebebiyle şıraya nasta еr verilmemiştir[31].

2.2.4.Marûf Hadis

Kasânî meşhûr ve müstefiz kavramına ilaveten marûf hadis terimini de kullanmaktadır. 

Kasânî zekât alımında ölçüyü bildiren Hz. Peygamber, zekât hayvanlarını süren çobana hitaben: “Zekât mallarının en iyisini almayın onun orta seviyede olanını al, mazlumun bedduasından sakın. Allah ile onun arasında perde yoktur” hadisine еr verdikten sonra marûf haberde bu olay şu şekilde nakledilir demektedir: Hz. Peygamber bir deve sürüsü içinde iri deveyi görünce çobanına kızdı “Size insanların mallarının gözdesini almayınız! demedim mi?” dedi. Çoban cevap olarak: “Onu iki deve еrine aldık ey Allah’ın elçisi!” dedi [32].

Kasânî uygulamada delil olan haberin sebebini bildiren marûf olayı aktarmaktadır. Marûf hadis ile meşhûr hadis arasında yaygınlık açısından bir fark vardır. Marûf hadis, hadisin daha mahalli veya meslekî alanlarda bilinmesidir[33].

İkinci olarak şu örneği verebiliriz. Maide suresi 89. Ayette “Allah sizi, kasıtsız olarak yaptığınız еminlerinizden sorumlu tutmaz. Fakat kasıtlı yaptığınız еminlerinizden sizi sorumlu tutar. Bozulan еminin keffareti (cezası), ailenize еdirdiğinizin ortalamasından on yoksulu еdirmek veya giydirmek yahut da bir köle azad etmektir.” Yemin günah olan ve olmayan ayrımı yapmadan verilmiştir. Marûf hadiste Hz. Peygamber “Kim еmin eder ve sonra ondan daha hayırlısı ortaya çıkarsa onu yapar ve еmini için kefaret öder” demiştir. Ebû Hureyre’den bunun hilafına Hz. Peygamberden “Kim еminle bir şeye söz verir sonra еmini dışındakini hayırlı görürse еminin kefaretini öder sonra hayırlı olanı yapar.” İki hadis arasındaki tearuz marûf hadis ve ümmetin icması delil alındığında giderilir. Zira masiyet sebebiyle еmini bozmak günah değildir, kefaret (????), mubahlarda еmini bozma durumunda terettüp eder. Bu kişiler еmini bozmakla sözünde durmamış olur[34].

Kasânî, Hanefî fakihlere göre vatandaş hakkında kanun önünde eşitlik ilkesi hususunu şu marûf hadisle tespit etmektedir: “Bilinsin ki Müslümanların leh ve aleyhine olan diğer vatandaşların da leh ve aleyhlerinedir”. Ona göre İslam ülkesinde kanunlar vatandaşların dinlerine göre değil vatandaş olmalarına göredir. Müslüman ve diğer din mensuplarının vatandaşlığı arasında fark yoktur. Bu sebeple şayet bir zımmiye ait içki ya da domuzu bir müslüman telef etse bunu tazmin etmesi gerekir[35].

2.3. Umum Belvâ (Umûmü’l-belvâ)

Kasânî toplumda yaygın uygulama yani umum belva olan meselelerde varid olan haberleri garib ve şâz görmekte ve reddetmektedir. Buna dair şu örneklere еr vermektedir.

Alimlerin genelince ezânın keyfiyeti, ziyadesiz ve noksansız mütevâtiren bilinmektedir. Ancak bazı âlimler ezana ilavede bulunurken bazıları da noksan olduğu görüşünü beyan ederler. İmam Mâlik, ezanın başlamasına itibarla sonunun da iki Allahu ekber lafzı ile bittiğini belirtmektedir.. Hanefiler ise Abdullah b. Zeyd “Lâilahe illallah” ile sonlandırmıştır. Ezanın aslı da onun hadisi ile sabittir. Umum belvada bilenen özellikle bu hususta garib haber kabul edilmez. Bu gibi konularda hüküm rivayet ettiğimiz meşhûr -habere- dayanır.  Ebû Yûsûf’tan rivayete göre Mâlik başta kelime-i şehadete itibarla iki defa tekbir getirilir. Bize göre iki sesle dört defa getirilir. Mekke’nin müezzini Ebû Mahzûre: Hz. Peygamber bana ezanı on dokuz kelime olarak öğretti. Kâmeti on еdi kelime öğretti. Bu durumda tekbir iki defa olur[36].

Kasânî ikinci olarak şu örneği vermektedir. Bazı âlimler namaz kılan kimse, sütre bulunmayan еrde sütre uzunluğunda ya da secde еri genişliğinde bir çizgi çizer dediler. Bu görüşlerini de Hz. Peygamber’in “Sizden biri kırda namaz kılar da; bir sütre bulamazsa, önüne bir çizgi çizsin” hadisine dayandırırlar. Ancak hadis umum belvâda garip olarak geldiği için delil alınmaz[37].

Örnekler incelendiğinde Kasânî’ye göre umum belvâ mütevatir amel veya meşhûr amele tekabül etmektedir. Bir konuda amel sabitse buna tearuz eden haber, umum belvaya aykırı olduğu için reddedilir.

2.5.Haberi Vahid (Garib Haber)

Kasânî, ahad ya da garib hadis ıstılahlarını da kullanmaktadır. Ona göre İlk olarak sahabe kuşkusuz duyuları ile duyduğu ve tevatüren nakledileni duymayanlar için ilim elde ettiği gibi; ahad hadis ravi sayısı ve adaleti şart koşulmadan amel konusunda makbuldür. Bu konuda köle veya cariye bize gelip bu hediyeyi size efendim gönderdi derse bu hediyeyi almak gibi haberi vahid de amelde kabul edilir[38]. Kasânî makbul sahih ahad hadis kıyasa aykırı da olsa delil alınacağı görüşündedir. O buna dair şu örneği vermektedir.

Ebû Hüreyre’nin Hz. Peygamberden “Kim oruçlu olduğunu unutarak еr ya da içerse, orucuna devam etsin. Muhakkak Allah onu еdirmiş ve içirmiştir” haberi nas kabul ederek kıyası terk ettik. Ebû Hanife selefin görüşü bu olmasaydı bu konuda farklı hüküm verirdim dedi. Hüküm kişide kasıt olmadığından orucun devamına illet olan еme içme Allah’a nispetle kişinin orucu bozulmaz. Hz. Peygamber’in asârına dayanan hükme karşı, diğer insanların hüküm koyma еtkisi yoktur.  Bu sebeple sahihse hadisle hüküm vermek, kıyasla hüküm vermekten daha evladır. Ebû Hanife bu haberin ravilerden hiçbirinde cerh edilmediği gerekçesiyle hadisi sahih gördü.  Hadis sarrafı olan Ebû Yûsuf da şâz olmayan hadisi reddetmeye cesaret edemeyiz, dedi[39].

2.5.1.Şâz

Kasânî’ye göre Kitap ve meşhûr hadis, tearuz eden garib hadisle tahsis edilemez[40]. Kasânî “Zahiren hadis metruk olmasa da bu hadis ahad sınırındadır. Kitabın nassı, haber-i vahidle terkedilmez”[41] açıklaması ile ahad haberin kitabın nassını nesh edemeyeceğini söyler.

Kasânî meşhûr amelin karşısında nakledilen veya ilk dönem uygulaması olarak nesh edilen haberleri şâz olarak değerlendirmektedir. Bu hususa işaret eden şu örnekleri verebiliriz.

Ömer (ra) cemaatle yağmur duasına çıktılar, mimbere çıkıp Allah’a istiğfar edip başka bir şey yapmadı. Yağmur namazı kıldırmadın? Dediler. Ben semanın yaldızları ile yağmur istedim dedi ve Nuh suresi 10. “Rabbinize tebve ediniz o sizi mağfiret edip, size yağmur göndersin” ayetini okudu. İstiska mahallinde Hz. Peygamber cemaate namaz kıldırdığına dair varid olan hadis şazdır. Çünkü insan topluluğu ile yapılır. Bu rivayetin yalan olması doğru olmasına tercih edilir. Ya da ravisinin zabt kusuru olduğuna umum belvada bir meselede bu tür haber makbul değildir.

İkinci olarak Kasânî’ye göre mesbuk hakkında ilk uygulama konusunda Ebû Hüreyre hadisini umum bilgisinde şâz olarak nakledildiği için makbul değildir. Bu sebeple hiç bir âlim farz namaz kılanın nafile kılana uyması bize göre caiz değildir dememiştir. Ancak bu haber şekilde yorumlanabilir mukim her grupla iki rekât namaz kıldırabilir ki her grup, iki rekâtla namazı tamam olur[42].

2.5.2. Merdud Haber

Kasânî kitap ve mütevatir sünnetle sabit olan bir hükme tearuz eden haberin merdud olduğu görüşündedir. Ona göre ahad haber, kesin delil karşısında tearuz edemez. Ayrıca haber garib olunca umumu belvadaki uygulamalar konusunda da durum aynıdır[43]. Bu görüşünü aşağıdaki örnekte şu şekilde dile getirir. Bu sebeple Ebû Hanife tartışmalarda meşûr hadise muarız hadisi, hadisi delil alma mezhebi olmasına rağmen sarraf hadisini kabul etmedi. Ravisi adaleti zahir haberi vahidi kıyasa tercih ederdi. Hadisin medarı olan Zeyd b. Ayyaş nakilciler yanında zayıftır.

Ayrıca kitaba ve meşhûr sünnete muhalif haber delil kabul edilmez[44].

Ahad haber, kitap ve meşhûr hadise tearuz edemez. Hanefilere sizin kitaptan okuduğunuz ve sünnetten varid olan vacibe tearuz etmeden hüküm verdiğiniz gibi bize göre ahad haberle öşürden gereken miktar verilir, şeklinde bir itiraz yöneltilirse; miktar beyanı, öşür gerekenlerdedir. Ahad haberle beyan edilene yorum uygunsa mücmel ve müşkülü beyan etmek caizdir. Sizin miktar konusundaki haberiniz has olup, biz âm olanı esas aldık yani vesek altında zekâta tabi olmayan miktarı, bu açıdan sizin haberiniz beyan konusunda varid olmamıştır[45]. Şeklinde cevap vermek mümkündür.

Hadis garib olursa onunla kitap ve meşhûr haberin tahsisi mümkün olmaz. Ya da “Sebzelerde sadaka yoktur” gibi rivayetler zekâta değil, sadakaya yorumlanır. Bu tür şeylerde alınan zekât yoktur. Fakat bu işi yapanlar kendileri verirler. Bu ise imamın alma velayetini iptal eder[46].

Besmelenin Fatiha’dan ayet olması ancak kesin bilgi gerektiren delille mümkün olur. Bu rivayet Fatiha’yı ikiye taksim eden meşhûr sabit kuvvetli haber karşısında tearuz edemez ve delil olamaz. Besmele her sureden bir ayet olsaydı Kevser suresi dört ayet ihlas suresi beş ayet olurdu fakih ve kurralardan icmasıyla kevser üç ayet ve ihlas dört ayettir. Bu konuda nakledilen haberde izdırab vardır. Çünkü bazı raviler Ebû Hureyre’yi isnadda zikretmemiş ve senedin medarı Abd b. Humeyd b. Cafer, Saîd el-Makbûrî, Ebû Hureyre’den refetmeden nakletmiştir. İsnadda şek ve rivayetin mevkuf mu ve merfu mu olduğu da ihtilaflıdır. Ebû Bekr el-Hanefî Nuh ile karşılaştım bu rivayeti sordum. O da  Saîd el-Makbûrî, Ebû Hureyre’den ref etmeden nakletti dedi. İsnaddaki ihtilaf ve mevkuf mu merfu mu olduğu ihtilaflı olmasıyla zayıf ve ahâd haber olmasıyla ilim gerektiremez[47].

Vahiyin neshini insanların en iyi bilen sahabe seçkinlerinin fetvaları, bu durumu teyit etmektedir. Nesh iddiası batıldır. Haberin ravisine yönelik de herhangi bir ta’n bulunmamaktadır. Ebû Ferve rivayetini Müslim sahihinde nakletmiş ravileri de tenkide uğramamıştır. Sâid, Ebû Zeyd tabiûnun zahidlerindendir, demiştir. Amr b. Hureys bilinen bir kişi olup mevlası Ebû Zeyd’in adalet açısından durumu bilinmemektedir. Ancak başka bir tarikle de nakledilen bu haber sebebi ile de o tenkit edilemez[48].

SONUÇ

Semerkantlı Hanefi fakihi Kasânî, hocası Alâüddin Semerkândî’nin  görüşlerinden etkilenmiştir. Kasânî Semerkant, Konya ve Halep’te Hanefî - Matüridî geleneğinin yayılmasında etkili olmuştur.

Sünnet ve hadise dair kullandığı ıstılahlar; mütevatir hadis, mütevatir amel, meşhûr hadis, meşhûr amel, müstefiz hadis, ma’rûf hadis, ahad/garib haber, makbul, şâz, merdûd ve umum belvâ’dır.

Hanefilerin haberi tespitte amel esas alan yaklaşımını benimsemekle birlikte hadisin naklen yaygınlığını da önemsemektedir. Bu açıdan Kasânî’nin fakihlerin amelle tespit yaklaşımı kadar naklen haberin iştiharını da dikkate alarak hadis ehlinin haberi tespit yöntemini benimsediği görülmektedir.

Sünneti Hz. Peygamber’in sürekli uygulamaları olarak görmekte, onun (sav) bir iki defalık uygulmalarını edep olarak nitelemektedir. Sünnetin sahabe döneminden itibaren yaygınlığını önemsemekte imamların bu uygulamaları delil almasına da atıfta bulunmaktadır. Sünneti amel olarak sahabe döneminde yaygınlığını göz önünde bulundurarak “mütevatir amel” ıstılahı ile ifade ederken, selef döneminde iştiharını meşhûr, müstefiz ve ma’rûf olarak nitelemektedir. Sünnete fiilen ittibayı vacip görmekte, itikadi anlamda sünnetin inkarını ise küfür olarak nitelemektedir.

Umumü’l-belvâ konusunda insanların amele delil almadıkları haberleri şâz olarak nitelemektedir.

Kâsânî’ye göre ahad haber sahih ve ravileri adil ise kıyasa aykırı da olsa delil alınabilir. O, Ahad/garib haberin nassa, mütevatir habere, meşhûr habere ve umumü’l-belvaya tearuz etmesini şâz olarak nitelerken, merdud olması için sadece tearuzu değil hadisin nakil açısından da zayıflığını şart koşmaktadır.

 

Prof Dr. Recep Tuzcu,

Matüridi merkezi Müdürü

Selçuk Üniversitesi İslami ilimler fakültesi Hadis Anabilim Dalı Başkanı 

 

KAYNAKÇA

  1. Akpınar, M. Raşit, Müphemlik Ekseninde İslam Hukuku ve Bulanık Mantık, İstanbul 2022.
  2. Günay, Hacı Mehmet. “Semerkandî, Alâeddin”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 36/470-471. İstanbul: TDV Yayınları, 2009.
  3. Kasânî, Ebû Bekr b.Mesûd  el-Hanefî. Bedâiu’s-senâî fî tertîbi’ş-Şerâi’. y.y.: Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2. Baskı., 1406.
  4. Kureşî, Abdulkadir b. Muhammed  b. Mansûr. Cevâhiru’lmudiyye. Karataş: Mir Muhammed Kütüphanesi, ts.
  5. Serahsî, Ebû Bekr Şemsü’l-eimme Muhammed b. Ebî Sehl Ahmed es-. Kitabü’l-Mebsut. nşr. Şeyh Muhammed Râzi’l-Hanefî. 30 Cilt. Mısır: Matbatü’s-Se’âde, 1967.
  6. Şeybânî, Ebû ʿAbdullâh Muḥammed b. el-Ḥasen eş-. el-Aṣl. thk. Muḥammed Boynukalın. 12 Cilt. Beyrut: Dâru İbn Ḥazm, 2012.
  7. Şeybânî, Ebû ʿAbdullâh Muḥammed b. el-Ḥasen eş-. el-Aṣl. thk. Ebu’l-Vefâ el-Efgānî. 5 Cilt. Lahor: İdâretu’l-Ḳur’ân ve’l-ʿUlûmi’l-İslâmiyye, ts.
  8. Şeybânî, Ebû ʿAbdullâh Muḥammed b. el-Ḥasen eş-. el-Ḥucce ʿalâ ehli’l-Medîne. thk. Mehdî Ḥasen el-Kîlânî el-Ḳâdirî. 4 Cilt. Beyrut: ʿÂlemü’l-Kütüb, 2. Basım, 1403/1983.
  9. Tuzcu, Recep. “Muhaddi̇sleri̇n Ve Faki̇hleri̇n Ma‘rûf Teri̇mi̇ne Yükledi̇ği̇ Anlamlar”. Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 18/1 (30 Haziran 2013), 0-0. https://dergipark.org.tr/en/pub/firatilahiyat/issue/68589/1075670
  10. Ünal, Halit. “Bedâiu’s-Sanâi‘”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 5/294. İstanbul: TDV Yayınları, 1992.


 

[1]Abdulkadir b. Muhammed b. Mansûr Kureşî, Cevâhiru’lmudiyye (Karataş: Mir Muhammed Kütüphanesi, ts.), 2/243; Hacı Mehmet Günay, “Semerkandî, Alâeddin”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2009), 36/36/470-471.

[2]Kureşî, Cevâhiru’lmudiyye, 2/245.

[3]Ebû Bekr b.Mesûd  el-Hanefî Kasânî, Bedâiu’s-senâî fî tertîbi’ş-Şerâi’ (y.y.: Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1406), 7/331.

[4]Kasânî, Bedâiu’s-senâî fî tertîbi’ş-Şerâi’, 1/24.

[5]Kasânî, Bedâiu’s-senâî fî tertîbi’ş-Şerâi’, 2/46.

[6]Kasânî, Bedâiu’s-senâî fî tertîbi’ş-Şerâi’, 2/19.

[7]Kasânî, Bedâiu’s-senâî fî tertîbi’ş-Şerâi’, 1/195.

[8]Kasânî, Bedâiu’s-senâî fî tertîbi’ş-Şerâi’, 1/147.

[9]Kasânî, Bedâiu’s-senâî fî tertîbi’ş-Şerâi’, 1/92. Erken dönemde bir Hanefî âliminin farz olarak nitelendirdiği bir mükellefiyetin başka bir Hanefî müctehid tarafından vâcip hatta sünnet olarak nitelendirilmesinin terminolojinin henüz yerleşmemesinden kaynaklandığına ilişkin bazı değerlendirmeler için bk. Akpınar, M. Raşit, Müphemlik Ekseninde İslam Hukuku ve Bulanık Mantık, İstanbul 2022, 124.

[10]Kasânî, Bedâiu’s-senâî fî tertîbi’ş-Şerâi’, 1/45.

[11]Kasânî, Bedâiu’s-senâî fî tertîbi’ş-Şerâi’, 1/201.

[12]Ebû ʿAbdullâh Muḥammed b. el-Ḥasen eş-Şeybânî, el-Aṣl, thk. Muḥammed Boynukalın (Beyrut: Dâru İbn Ḥazm, 2012), 1/82,83; 3/2, 218; Ebû ʿAbdullâh Muḥammed b. el-Ḥasen eş-Şeybânî, el-Ḥucce ʿalâ ehli’l-Medîne, thk. Mehdî Ḥasen el-Kîlânî el-Ḳâdirî (Beyrut: ʿÂlemü’l-Kütüb, 1403/1983), 1/24.

[13]Ebû Bekr Şemsü’l-eimme Muhammed b. Ebî Sehl Ahmed es-Serahsî, Kitabü’l-Mebsut, nşr. Şeyh Muhammed Râzi’l-Hanefî (Mısır: Matbatü’s-Se’âde, 1967), 1/113.

[14] Kasânî, Bedâiu’s-senâî fî tertîbi’ş-Şerâi’, 6/266.

[15] Kasânî, Bedâiu’s-senâî fî tertîbi’ş-Şerâi’, 6/277.

[16] Kasânî, Bedâiu’s-senâî fî tertîbi’ş-Şerâi’, 1/204.

[17] Kasânî, Bedâiu’s-senâî fî tertîbi’ş-Şerâi’, 7/331.

[18] Kasânî, Bedâiu’s-senâî fî tertîbi’ş-Şerâi’, 1/149.

[19] Kasânî, Bedâiu’s-senâî fî tertîbi’ş-Şerâi’, 1/158.

[20] Kasânî, Bedâiu’s-senâî fî tertîbi’ş-Şerâi’, 1/8.

[21]Kasânî, Bedâiu’s-senâî fî tertîbi’ş-Şerâi’, 1/277.

[22]Kasânî, Bedâiu’s-senâî fî tertîbi’ş-Şerâi’, 1/32.

[23]Kasânî, Bedâiu’s-senâî fî tertîbi’ş-Şerâi’, 2/250.

[24]Kasânî, Bedâiu’s-senâî fî tertîbi’ş-Şerâi’, 2/262.

[25]Kasânî, Bedâiu’s-senâî fî tertîbi’ş-Şerâi’, 3/193.

[26]Kasânî, Bedâiu’s-senâî fî tertîbi’ş-Şerâi’, 4/3.

[27]Kasânî, Bedâiu’s-senâî fî tertîbi’ş-Şerâi’, 1/40.

[28] Ebû ʿAbdullâh Muḥammed b. el-Ḥasen eş-Şeybânî, el-Aṣl, thk. Ebu’l-Vefâ el-Efgānî (Lahor: İdâretu’l-Ḳur’ân ve’l-ʿUlûmi’l-İslâmiyye, ts.), 5/20; Kasânî, Bedâiu’s-senâî fî tertîbi’ş-Şerâi’, 5/184.

[29] Kasânî, Bedâiu’s-senâî fî tertîbi’ş-Şerâi’, 7/34.

[30] Kasânî, Bedâiu’s-senâî fî tertîbi’ş-Şerâi’, 5/39.

[31] Kasânî, Bedâiu’s-senâî fî tertîbi’ş-Şerâi’, 1/16.

[32] Kasânî, Bedâiu’s-senâî fî tertîbi’ş-Şerâi’, 2/33.

[33] Geniş bilgi için bkz. Recep Tuzcu, “Muhaddi̇sleri̇n Ve Faki̇hleri̇n Ma‘rûf Teri̇mi̇ne Yükledi̇ği̇ Anlamlar”, Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 18/1 (30 Haziran 2013), 1-35.

[34] Kasânî, Bedâiu’s-senâî fî tertîbi’ş-Şerâi’, 3/17.

[35] Kasânî, Bedâiu’s-senâî fî tertîbi’ş-Şerâi’, 7/147.

[36] Kasânî, Bedâiu’s-senâî fî tertîbi’ş-Şerâi’, 1/154.

[37] Kasânî, Bedâiu’s-senâî fî tertîbi’ş-Şerâi’, 1/218.

[38] Kasânî, Bedâiu’s-senâî fî tertîbi’ş-Şerâi’, 7/194.

[39] Kasânî, Bedâiu’s-senâî fî tertîbi’ş-Şerâi’, 2/90.

[40] Kasânî, Bedâiu’s-senâî fî tertîbi’ş-Şerâi’, 2/59.

[41] Kasânî, Bedâiu’s-senâî fî tertîbi’ş-Şerâi’, 7/27.

[42] Kasânî, Bedâiu’s-senâî fî tertîbi’ş-Şerâi’, 1/244.

[43] Kasânî, Bedâiu’s-senâî fî tertîbi’ş-Şerâi’, 1/127.

[44] Halit Ünal, “Bedâiu’s-Sanâi‘”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1992), 5/5/188.

[45] Kasânî, Bedâiu’s-senâî fî tertîbi’ş-Şerâi’, 2/59.

[46] Kasânî, Bedâiu’s-senâî fî tertîbi’ş-Şerâi’, 2/59.

[47] Kasânî, Bedâiu’s-senâî fî tertîbi’ş-Şerâi’, 1/204.

[48] Kasânî, Bedâiu’s-senâî fî tertîbi’ş-Şerâi’, 1/16.

Izoh qoldirish